Bugün oğlumla Fen dersinde kuvvet konusuna geldik. Mert Sensei ilk Sistema dersinde kuvvetin tanımını sorduğunda unutuvermiş; yanıt verememiştim. Kuvvet diye öğretilen Force mass çarpı acceleration (F=ma) yani ivmenin kütle ile çarpımıdır. Sistema’da kütlemiz tabi hacmimizi de işin içine katarak vücudumuzun ağırlığı aslında en büyük silahımız. Ve dengesini bozduğumuz anda karşımızdakinin ivmesi de en zayıf noktası.
Bir kolumuzun ağırlığı ortalama yedi kilogrammış. Yedi kilogramlık bir nesneyi birine savurduğunuzu düşünün. Az bir ivme ile doğru noktaya yönlendirebilirseniz ciddi bir kuvvet ve etki yaratabilirsiniz. İki saatlik ders sonucunda eve geldiğimde oğlum ne yaptığımızı sordu: “Kendimizi rahat bıraktık; şöyle kolumuzu savurduk” dedim gülümseyerek. 12 yaşındaki oğlum kocaman bir “ah” çekti inanamaz bakışlarla yüzüme bakıp.. Eh.. herhalde ben de aynı şekilde bakıyordum; hiç ama hiç vurmamış(!)tım ki.. En büyük yanılgımız bu olsa gerek.. “Hadi vur bakalım” diyip karnı kasmalar, kolları sımsıkı yumruk yapıp büyük bir güçle ileri itmeler.. Herhalde gerçek bir kavgada hemencecik soluk soluğa kalıyordur böyle yapanlar..
Anne babaların hepsi bilir; dört aylık bir bebeği taşımak iki yaşındaki çocuğunuzu taşımaktan çok daha zordur. Uyusun diye yarım saat yürüseniz kollarınız uyuşur, beliniz ağrır, ağlayacak hale gelirsiniz.. Çünkü tümden bırakmıştır kendini.. -Ufak bir bilgi: kediler de böyledir. Bu sayede çok kısa bir zaman diliminde uykularını alabilirler.. Bizim uykumuzda dahi kastığımız kasları serbesttir.- Konumuza dönersek, iki yaşındaki çocuğunuzu ise rahatlıkla kucağınızda bir-iki saat taşıyabilirsiniz. Çünkü bedeni hareketlerinizle, adımlarınızla, tüm kaslarınızla uyumludur. Beraber kasılıp yumuşarlar; karşıt hareket oluşturmazlar.. Kavgada geriliriz. Bu gerginliğimizle karşımızdakine aslında yardım ederiz. Vuruşunun etkisini çoğaltırız.
İnsan insana tepki gösterir. Kimi kez bir bakışla bile tedirgin edebiliyoruz. Yüzünüze yaklaşan bir el düşünün.. Tüm kasların kasılmasına ve uzaklaşma refleksine yol açar. Yenmeye çalıştığımız dürtü aslında bu. Savaş sanatları eğitimlerinin yıllar sürmesinin nedeni de bu.. Yeni refleksler kazanmalıyız. Darbeyi kabul edip yumuşak bir hamur gibi enerjiyi içimizde dağıtmalı hatta salınımı sürdürerek kabullendiğimiz enerjiyi odaklayıp rakibe savurabilmeliyiz. Biliyoruz ki hiçbir şey yoktan var olmaz; vardan yok olmaz.. O enerjiyi ya geri döndüreceğiz ya kaslarımızda durduracağız ya da tabi önünden çekilip paldır küldür onun kendi dengesini bozmasını izleyeceğiz.
Sistema derslerini önce yadırgamış ve hatta saldırıya yönelik olduğu için huzursuzca katılıp katılmamayı düşünmüştüm. Oysa temel öğreti aynıymış. Harekete hiçbir zaman karşı durma.. Ya gücün yetmez ya da erkenden yorulursun; yalnızca yönlendir.
Bir çalışma sırasında Oğuzhan Sensei’nin büyük bir özenle, iki elimle birden, kolunu ve dirseğini tutmuştum. Çok hoşuma giden bir yorumu olmuştu: “Sen sıkıca tuttuğunu düşünürsün, ama kolunu tuttuğun bir kişi seni kontrolüne almış olduğunu bilecektir.” Üç nokta var demişti. Kendi merkezin; karşındakinin merkezi ve ikinizin ortasında hareketin merkezi. Bu üç noktadan birinde teknik yapılır. Tutma niyetim bile merkezimi koluna doğru kaydırmıştı. Tabi sonuçta kendi kolumu kurtarmak için yerde bulmuştum kendimi..
Bugünkü ders notlarım:
– Sakın yaratacağın enerjinin boyutunu kavramadan sevdiklerinde denemeye kalkma..
– Dikkatini hiçbir noktaya değil tüm bedeninle ve zihninle karşındakinin merkezine yönelt ve tabi kendin de sağlam bastığına emin ol..
6 Aralık 2011