Yeni dojomuzun inşası sürerken oğlumun çalışmalarını daha rahat izleyebileceğim kitaplığı da olacak bir çay köşesi kurulacağını biliyor; biraz mimar biraz okur yanım merakla bekliyordu. Başo’nun “Kelebek Düşleri” kitabını haikular etkisinde bir iki şiir de yazarak burada bitirdim. Hatta ak kağıtlarda zarif fırça kalemlerle çalışmayı düşledim. İşte Aikido’nun güncesinin üçüncüsünü Fudoshin Dojo ile çok daha bütünleşmiş halde, sake bardaklarının yanında bambu bitkisinin gölgesinde bir Cumartesi yazıyorum.. Oğuzhan Sensei Onur ve Efe’ye el tekniklerini gösterirken öğrenme sorumluluğum ertelenmiş durumda.. Yine de izlememek ve sesin peşinden gitmemek zor geliyor..
Günlerce önce gibi hissetsemde 5.dersim yalnızca dündü.. Çağan Irmak’ın son filmi “Dedemin İnsanları”nın vizyona girdiği çok önceden planlanmış bir geceydi; yalnızca bir saat kalabildim. İz bırakan, hüzün ve nüktenin dozunun mükemmel ayarlandığı bir “insan” filminden inanılmaz etkilenmiş bir şekilde çıktım. Ama belli ki dersin izini hafifletememişti; gece saat ikide herkes uyuduktan sonra koridordan sızan ışık altında altı saat önceden kalan adımlarımı tekrarlıyordum..Yatağa uzandığımda ter içindeydim.
Cuma günü kendimi çok özel ve şanslı hissettim. Sensei en yüksek derecedeki öğrencisi ile çalışır; bize gösterir, yeni başlayanlar birbirimizden, Senpai’lik yapan öğrencilerden öğreniriz sanıyordum. Sanırım az kişi olmamızın avantajıydı biraz da yaşadığım.. Ömür ve Halil Beylere bir tekniği gösterip tekrarlamalarını söyledikten sonra “gel bakalım” dedi. Tüm hareketler ağır, yoğun ve yavaşça tekrar tekrar çalışıldı. Doğru yaptığımda teyidimi alınca heyecanlanıyordum. Yanlış yaptığımı söylemesine bile gerek yoktu.. Sabırla tekrar gösteriyor ve anlatıyordu. Dersin son dakikalarında da tekrarlamamın yararlı olacağını belirterek ilk üç temel adımı ve birleşimlerinden oluşan 4.ve 5.adımları gösterdi. Tek tek öğrenmeye başladığım japonca sözcükleri özenle henüz günceme almıyorum. Sözcüklerin değerine inandığım ve çağrışımlarının somut imgelere dönüştüğünü bildiğimden, hakkı ile yaptığıma inanmadığım bir hareketin adını söylemem bile saygısızlık geliyor. Aslolan zihnimin değil bedenimin refleks olarak öğrenmesi.
Tiyatroda özellikle doğaçlama çalışmalar öncesi çeşitli ısınma hareketleri yapılır. Yürüyüş teknikleri bunlardan biridir. Ağırlık merkezi değiştirilerek erkeksi, kadınsı, tehditkar, uçarı çekingen duruşlar anlatılır.. Bayanlar genellikle ağırlık merkezini göğüs bölgesinde taşırlar hele topuklu ayakkabı giyiliyorsa bacaklar diktir. Erkeklerin ise ağırlık merkezi genelde aşağıdadır ve bacaklar kıvrıktır. Mert Sensei ile Sistema çalışırken kadın bir boksörü canlandırdığımı düşünmüş ve yürüyüşümü ayarlamıştım; uyum sağladığım bile söylenebilir. Ama Aikido teknikleri sırasında sağlam ve güçlü basabilmek için ağırlık merkezini aşağıya itip bacakları bükerken, vücudun üst yarısını da dik tutabilmek gerekiyor. Sanıldığı kadar kolay uygulanmıyor. Dik ve açık bir üst beden kolları geniş kullanmaya yönlendiriyor, tekniği hızlandırmaya çalışırken de ayaklar parmak uçlarına yükseliveriyor; ki bu da dengeni yitirdin demek.. Tek dokunuş bile düşürmeye yeter..
Her adım ne kadar hızlı atılırsa atılsın yoğun yerçekimi hissedilmeli.. Bacaklar ağır ve kıpırdatılması güç olmalı. Ukemi ile yerden kesilse bile hemen kalkıp sağlam konumuna yerleşmeli.. Tabanlarımın ortasından bir yayla dünyanın merkezine bağlıyım da ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım geri yerleşiveriyormuşum gibi.. Aslında eller de uzaktan -tabi keskin ve kararlı olmasına karşın- bağımsız, uçarı ve yumuşak bir rahatlık içinde görünse de hareketleri olabildiğince küçülterek bedenin merkezinden uzaklaşmamak gerekiyor. Ne kadar sağlam basılırsa basılsın merkezden uzaklaşan bir kol, çınar gibi devrilmeye neden olur..
Daha tekniklere bile geçmeden öncelikle öğrenilmesi gereken ilk şey duruştur. Her hareketin bir nedenselliği olduğu gibi duruşun ve adımların da bir anlamı var. Ağırlık aşağıda, dizler kırılı ve ayaklar dışa doğru hafif açılı çünkü sağlam basmalıyız. Herkesin yürüyüşü nasıl farklıysa adım açıklığı da farklı olacaktır elbette. Ellerimiz ise bizim kılıçlarımız; uzaklaşırlarsa nasıl kontrol edebiliriz? Hangi açıda ve yükseklikte tutulacağını düşünmeye ise hiç gerek yok; saldırmaya hazır bir insanın gözlerine bakarak gittikçe daha fazla çelik bir yay gibi gerildiğinizi hissedin yeter. Aikido dojolarında niye ayna yok? Çünkü hissettiklerimizi yaşıyoruz; nasıl göründüğümüzü değil..
Ayna demişken, Aikido derslerine katılan bayanlara ufak bir uyarı.. Aman makyajınızı silin.. Senseinin dogisindeki fondoten pembesini gördüğümde kıpkırmızı olduğuma eminim..
28 Kasım 2011