Aikido pratiğine oğlum dolayısıyla giriş yapmış, çalışmalara sadece izleyici olarak katılmış biri olarak, Aikido’nun yaşam pratiği içindeki yerini düşünür oldum. Bu konuda okumalar yaptıkça bakış açısı genişliyor. Lisans eğitimini kent planlama alanında yapmış olmak da kent mekânına bu gözle bakabilmeme olanak verdi. Kent mekânını bir dojo olarak düşünmeye başladım.
Eğer büyük bir kentte, bir metropolde yaşıyor olsak bu çerçeveyi kafamda oturtamazdım. Nasıl ki anne olduktan sonra dünyaya bakışım değiştiyse, büyük kent yaşamını terk edip küçük ve sakin alanlarda hayat sürdürmeye başlamak da bu bakışın üzerine yeni şeyler ekledi. Bir kere bir şeylere kafa yormaya, merakların peşinden gitmeye daha çok vakit oldu, ilk artısı bu olsa gerek. İkincisi ise doğanın içinde olabilmek. Büyük kentte duyulamayacak sesleri duymak, görülemeyecek renkleri görmek, yavaşlamak ve günlük yaşamın ufak detaylarından keyif almak mümkün olabildi.
Pandeminin başlarında, benim gibi X kuşağından neredeyse her insanın hayali olan “bir Ege kasabasına yerleşelim” hayalini gerçekleştirdik ve Ayvalık’a yerleştik. İki yıldır ise Burhaniye’de yaşıyoruz. Hayatın tatlı tesadüfleri bizi Aikido ile tanıştırdı. Aikido’nun ne olduğunu öğrenmeye, izdüşümlerini anlamaya çabaladığım bir noktada buldum kendimi.
Aikido’nun sadece bir savaş sanatı olmadığını, temelinde barış olan bir disiplin olması nedeniyle izlenmesi en muhteşem şeylerden biri olduğunu keşfettim. Rakibinizle uyum içinde olmanın, çatışmalara barışçıl bir çözüm getirmenin mümkün olabileceğini gördüm.
Aikido pratiği bittiğinde, yapılan saldırılara ufacık bir çabayla karşılık verildiğini gördükten sonra, kafada bir şey netleşiyor: farkında olmak ve dingin bir zihin hali, bir tutum değil sadece, aynı zamanda güçlü bir eylem.
Yaşadığımız bölge geniş bir alan (yaşadığımız diyorum çünkü evimizin bulunduğu kent, gelişkin bir kasaba sayılabilir. Bir ayağımız Ayvalık’ta, ailemizin bir kısmı orada. Edremit’e çeşitli ihtiyaçlar dolayısıyla sık sık uğruyoruz. Kaz Dağları’nda veya Madra Dağları’nda yürüyüş yapmak için Havran’a, Güre’ye; balık yemeye Gömeç’e, Karaağaç’a; arkadaşlarla buluşmaya Behramkale’ye gidebiliyoruz.) Evimizin bulunduğu yerleşim ise şehirden çok büyük bir oturma odası gibi hissettiren bir yer; bir arkadaşla buluşmak, bir bardak çay içmek için vakit her zaman var. İnsanlar sohbet etmek, köpeğini dolaştırmak, bisiklete binmek, spor yapmak için vakit yaratıyor. Günlük hayatın bir parçası bunlar.
İnsanları hayatın dengesini aramaya teşvik eden bir yanı var – kendini geliştirmek, keyif almak, kendine ve başkalarına karşı sorumluluklarını yerine getirme olanağı sağlıyor.
Bir bakıma, kent mekânını bir dojo olarak göreceksek şöyle diyebiliriz: insanlar her gün türlü zorlukla karşılaşıyor, peki bu durumlarda enerjimizi nasıl kullanabiliriz? Bir saldırıya saldırıyla mı karşılık verelim yoksa sadece kendimiz için değil, tüm insanlar için barışçıl ve dengeli bir hayatın yollarını mı arayalım?
Hayatımızda ve dünyanın her yerinde dengesizlikler olduğu doğru, Türkiye’de de kent yaşamında dengesizlikler çok. İşkolik, hızlı, vahşi manzara hiç değişmiyor. Bizim gibi pek çok insan bunu istememeye başladı; daha güvenli, daha adil, daha yavaş bir hayata geçmek ve çocuklarını böyle yerlerde büyütebilmek için küçük kentlere kaçmayı; sessiz, sakin, huzurlu bir yaşam kurmayı mümkün gördü. Daha çok insan kendini yavaşlığa, farkındalığa ve denge haline getirmeye çabalar oldu. Bu değişim, büyük ölçüde etraflarındaki dünyanın fazlasıyla farkında olan ve yalnızca kendilerine değil, başkalarına da barış getirmenin yollarını arayan bir nesilden geliyor.
Bu da bana, tıpkı Aikido’da olduğu gibi, her bir eylemimizin — ne kadar küçük görünürse görünsün — gidişatı değiştirebilecek bir güç potansiyeli taşıdığını hatırlatıyor.
Hari’nin kitabında Mihaly şöyle diyor, “Kendimi en yaşam dolu hissettiğim anlar dik yamaçlara tırmanmak ya da dağ geçitlerinde yol bulmak gibi zorlu faaliyetlere denk geliyor.” Benim için de oğlumu okuldan almaya giderken milyonlarca yıldır orada duran heybetli Kaz Dağları’nın tepesinde kümelenmiş bulutlara bakma, deniz kenarına gidip güneşin batışını izleme, ormanın içinde şelalelerin şırıltısını ve kuşların cıvıltısını dinleme, kent gürültüsünden uzak sessiz sakin bir uykuya dalabilme anları en yaşam dolu, en coşkulu anlar ve tüm bunların günlük hayatın bir parçası olabilmesi ancak böyle bir kentte mümkün olabiliyor.
Kaynaklar:
- “Çalınan Dikkat – Neden Odaklanamıyoruz?”, Johann Hari, Metis Yayınları, 2022