Taş salonun ortasındaki kalın, ağır ve sanki dünya yıkılsa yerinden oynamayacakmış gibi görünen masanın etrafında turuncu cüppelere sarınmış dört rahip var. Ellerindeki renkli taşları, diğer ellerindeki metal hunilere sürttükçe renkli kum taneleri hunilerin ağzından masanın üzerine dökülüyor. Büyük bir dikkatle, yavaşça hareket ediyorlar. Hız çok önemli. Yavaş hareket ederek görece daha kalın bir çizgi elde ederken, hızlandıklarında renkli çizgiler daha da inceliyor. Dikkatle nefes alıp vermek zorundalar. Öylesine salınan bir nefes masanın üzerindeki kum tanelerini dağıtabilir.
En basit çizgiyi çizmek bile bu kadar büyük sabır ve dikkat gerektirirken onlar çok fazlasının peşindeler. Saatler saatleri, günler günleri kovaladıkça masanın üzerinde bir sanat eseri ortaya çıkmaya başlıyor. Merkezde bir figürün etrafından genişleyen, birbirinin içine gire çıka büyüyen küçülen ve sarmallaşan desenler sonunda büyük bir mandalaya dönüşüyor. Tek başlarına pek de bir şeye benzemeyen renkli kum taneleri, sonunda bir araya geldiklerinde, gözlerininiz için tam ziyafete dönüşüyorlar.
Bir süre sonra taş salonun kapısı açılıyor ve baş rahip içeri giriyor. Masaya yaklaşıyor. Öğrencilerine ve masanın üstündeki sanat eserine bakıyor. Genç rahiplerin gözleri parlıyor. Herkes sonuçtan memnun. Ardından baş rahip eğiliyor, elini masanın üzerine koyuyor ve tek bir hareketle mandalayı birbirine karıştırıyor. Az önceki sanat eserinden geriye sadece renkleri birbirine girmiş bir kum yığını kalıyor. Selam veriyor ve salondan çıkıyor…
Şimdi bir anlığına o genç rahiplerden biri olduğunuzu hayal edin. Günlerdir büyük bir dikkatle, tane tane üzerinde çalıştığınız desen bir anda ortadan kayboldu. Tek bir el hareketiyle silindi gitti. Sanat eseriniz gülümseyerek yok edildi. Ne düşünürdünüz ya da ne hissederdiniz? Söyleyecek bir sözünüz olur muydu?
İlginçtir, mandala yok edilirken bizim dört genç rahibimizin yüzünde en ufak bir kıpırtı bile olmadı. Aynı parlayan ve gülümseyen ifadeyle bakmaya devam ettiler. Bütün işi yaparken nasıl hissettilerse hala öyle hissetmeye devam ettiler. Ne yaptılar biliyor musunuz? Masayı temizledir ve sonunda yok olacağını bile bile yeni bir mandala yapmaya başladılar. Çünkü eğitimleriyle deneyimledikleri tek bir gerçek vardı ve onlar bu gerçeği her gün farklı şekillerde tekrar tekrar deneyimleyerek içselleştirmeye çalışıyorlardı: herşey geçicidir…
Sadece bir an durup bulunduğunuz noktadan çevrenize baktığınızda, ama gerçekten gözlemleyen bir bakışla, dikkatle baktığınızda göreceğiniz şey bu genç rahiplerin gördüklerinden çok da farklı olmayacaktır. Bir saksıya ektiğiniz küçük bitkinin her gün değişimden tutun da, hiç kıpırdamıyormuş gibi duran dağların kayaların değişimine… insanların, şehirlerin ve yaşamların dönüşümüne…sanatların ve öğretilerin ortaya çıkmasına ve yok olmasına kadar. Her yerde aynı şeyi görmek mümkün… çünkü herşey değişir.
Diğer taraftan değişimi görmek başlı başına bir pratiktir, bir egzersizdir aslında. İnsana kendine dair bir çok şey öğretir. Ama bu budur, şu şöyledir diye anlatıp durmaz. Aksine görmeni, baktıkça daha fazlasını görmeni ve gördükçe derinleşmeni sağlayan kaslarını, anlayışını geliştirir. Hiçbir şey görmediğini düşünüyor olsan bile ısrarla bakmaya devam etmek, hiç ilerlemediğini düşünsen de sabırla çalışmaya devam etmek çoğu öğretinin alfabesidir.
İşte tam da bu pratiği çağrıştıran bir kitap var elimde şimdi. Gören yerlerime öyle taze bir enerjiyle hitap ediyordu ki zihnimin karanlıkta kalmış köşelerinde bir hareket oluyor sanki. Genç rahiplerin mandalanın üzerinde çalışması ve evrenin temel kanunlarını deneyimlemeleri gibi, David George Haskell de kendi mandalasını ormanın ortasında buluyor ve biyolog olarak o küçük mandalanın içinden evrenin sonuna uzanan “Saklı Orman” ı gözlemliyor.
“Milattan önce 4.yüzyılda Çinli Taocu filozof Zhuangzi, yüksek bir şelalenin dibindeki çalkantıya düşen yaşlı bir adamı anlatır. Olaya şahit olanlar telaşla yardıma koşar fakat adam sağ salim ve sakin bir şekilde sudan çıkar. bu olaydan nasıl sağ çıkabildiğini sorduklarında şöyle der: ‘Teslimiyet…Su bana değil ben suya uyum sağladım.’ İşte bu bilgeliğe likenler 400 milyon yıl önce ulaşmıştır. Zhuangzi’nin bu alegorisinde anlatılan teslimiyetle elde edilen başarının gerçek ustaları, şelalenin çevresindeki kaya duvarlara tutunmuş likenlerdir.”
Bir biyoluğun gözüyle bakıyor ve elbette çoğumuzun gözden kaçıracağı detayları görünüyor. Doğaya dair bu şahane detayları bilgiyle şenlendirerek aktarıyor. Kitabın her sayfasında altı çizilesi bir bilgi var. En sevdiğiniz bitkinizi yiyen küçük tırtılın ya da arka bahçenizdeki ağaca yuva yapan kuşların hayatınızda ne kadar önemli bir yeri olduğunu bilseniz şaşırırdınız. Ama bu kadar da değil. Haskell’in mesleğinden öte bir becerisi var. Gördüklerini öyle bir dille anlatıyor ki Saklı Orman’ın içinde olanlar hayatlarımıza, zihinlerimizin karmaşasına ve hatta evrenimizin bilinmezlerine ışık tutuyor. Amatör bir yazar olarak, böyle bir sadelikle bu kadar çok şey anlatabilmeyi isterdim.
Kadim zamanların ustaları, Haskell’in yaptığı gibi doğayı gözlemleyerek, bugün bizlere ulaşan sanatları, öğretileri geliştirmişler. Hayvanların hareketleri savaş sanatlarının kökenlerini şekillendirmiş. Doğanın yöntemleri, tekniklere ve stratejilere dönüşmüş. Ama gel gör ki günümüz insanları olarak, eskinin ustaları gibi gözlemleme becerimizi güçlendirmek ve keşfetmek yerine, önümüze sunulanı kabul etmeye giderek alışmış durumdayız. Düşünmeden edemiyorum, gördüğümüzü, anladığımız sandığımız her şeyde farkında bile olmadan neleri gözden kaçırıyoruz?
Ama neyse ki görenler gördüklerini paylaşmaya devam ediyorlar ki ilham almak ve yola düşmek için bolca sebebimiz oluyor. Haskell’in Saklı Orman kitabının bize ulaşmasını sağlayan ekibe de bu noktada bir selam çakmak gerekiyor. Bizzat kendi cümleleriyle “topluluk destekli bir yayıncılık modeli tasarlamak, uygulamak ve geliştirmek için bir araya gelmiş, gezegenin ve insanlığın selametini önemseyen yazar, çizer, çevirmen, editör ve okurlardan oluşan bir girişim” dir Ekofil Yayıncılık. Yani bu demek oluyor ki “Saklı Orman” bu yolculuğa gönül vermiş bir ekip tarafından hazırlandı ve okurlarının desteğiyle basıldı. Aynı prensiple çalışmaya devam eden Ekofil ekibinin tamamı “Saklı Orman” büyüsünden nasibini almış şahane insanlar. Mavi gezegenin bu güzel gönüllüleri sabır, dikkat ve sevgiyle çalışırken, mandalaya kendi sihirli tozlarını katmayı ihmal etmiyorlar. Ben de ekibin bir okur-parçası olarak kitabı elime alıyor ve sihirli tozları kendi mandalamın köşelerine üflüyorum.
Oğuzhan Yılmaz
03 Mayıs 2021
Peki siz ne yapabilirsiniz?
* Okuyabilir ve paylaşabilirsiniz.
* Bir tane kendinize alırken bir tane de askıda kitap bırakarak, imkanları kısıtlı olan insanlara hediye edebilirsiniz.
* Bir dağıtım noktası olarak daha fazla insana ulaşmamıza yardımcı olabilirsiniz.
* Daha fazlasını öğrenmek için yandaki resmi tıklayıp Ekofil sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Bunu da gözden kaçırmayın:
Ekofil ekibi, Saklı Orman kitabının yazarı David George Haskell ile kitabın çevirmeni İlknur Urkun Kelso’yu bir araya getirerek şahane bir sohbete imza atmış. Hayata ve yaşadığımız gezegene dair bu keyifli sohbet için tıklayınız:
* “Saklı Orman” Yazar Çevirmen Buluşması: David George Haskell & İlknur Urkun Kelso
Oğuzhan Yılmaz
1999’dan beri Aikido çalışıyor. Uzun Ankara yıllarından sonra, soluğu Körfez’de aldı ve şimdi Edremit’de İda Dojo ile savaş sanatları yolculuğuna devam ediyor. Deneyimlerini paylaşma isteği sonunda Boş Ayna Dergi’ye dönüştü. Düşüyor kalkıyor, okuyor yazıyor, gözlemliyor deneyimliyor ve ısrarla paylaşıyor…