Batı biliminin evrim ile ilgili güncel anlayışı kısaca şu şekilde özetlenebilir: Bizler düşmanca ve kayıtsız bir evrende varlığını sürdürmeye çalışan, bencil genleri tarafından desteklenen ve etten oluşan bireysel robotlarız. Sınırlı kaynaklar için kurnaz oyunlarla diğerini alt ederek hayatta kalmaya çalışan aynı ve diğer türlerin benzer biyomekanoidleriyle rekabet halindeyiz. Başkalarını alt edip üremeyi başarırsak belki genlerimiz başkalarının genlerine üstün gelip gelişebilir. Bir kuyruklu yıldız tarafından vurulana, kendi atıklarımızda boğulana ya da güneşin süpernovası tarafından öldürülene kadar bunu yapabiliriz. Eğer gerçekten şanslıysak, evrenin entropik motorunun enerjisi bitene ve tüm ışıklar sönene kadar hayatta kalabiliriz. Her ne olursa olsun Armagedon bizi er ya da geç yakalayacak.
Bu inançla ilgili sorun (diğer tüm inançlarda olduğu gibi), dünyayı ve gerçekliğimizi bu inanca göre şekillendirecek olmamızdır. Ve bu çok, çok olumsuz bir inançtır.
Eğer bir an için insanlığın sürekli savaş halini, şiddeti, rekabetini, artan ruhsal bozuklukları, toplumun ve toplumsal yapıların çöküşünü, toplumun zenginliğinin sınırlı sayıda elde toplanmasını, yağmur ormanlarının ve türlerin hızla yok olmasını, buzulların erimesini, okyanusların ve atmosferin zehirlenmesini (ve liste uzar gider…) içeren mevcut durumunu düşünürsek; kollektif inancımız diğer bireylere karşı en üst düzeyde yer almayı hedefleyen bencil genlerle desteklenen etten robotlar olduğumuz yönündeyse, böyle bir toplum sergilememiz gerçekten şaşırtıcı mıdır? Bana şaşırtıcı gelmiyor. Aslında şu anki perişan halimizin böylesi korkunç bir inancın kanuni sonucu olduğunu düşünüyorum.
Şimdi, doğal evrim teorisini bir inanç olarak nitelendirdiğim için üzülebilirisiniz. Bir daha düşünün derim! Nükleer fizikçi nobel ödüllü Niels Bohr, doğa yasalarımızın evreni bu şekilde tanımlamadığını, evren hakkındaki bilgilerimizi tanımladığını ifade etti. Başka bir deyişle, bunlar kendimizle ilgili ifadelerdir, doğa hakkında ifadeler değildir.
Kadim bilgeler bunu anladılar ve insan zihnini gerçeği algılayan bir kimse olarak değil de, gerçekliğin yaratıcı veya eş yaratıcısı olarak gördüler. Kendin hakkında ne düşünüyorsan eninde sonunda gerçekleşecektir. Gita’da (17.3) şöyle bir kıta vardır: “yoc chraddhah sa eva sah”, yani “bir kişi büyük bir inançla ne düşünürse, sonunda ona dönüşecektir.”. Yoga Sutra’da satya pratishthayam kriyaphala asharayatvam’ı buluyoruz, bu da “gerçeklikte varolan birinin düşüncelerine uyumlanmak için doğa rotasını değiştirmelidir.” anlamına gelir. İncilde de “ Çünkü yüreğinde nasıl düşünürse öyledir.” ifadesini buluruz. (Meseller 23:7)
Tüm bunları bir bağlama oturtacak olursak, gerçeklik algımızın ve düşüncelerimizin bu gerçekliği şekilllendirdiğini fark ederiz. İşbirlikçi, rekabet halindeki biyomekanoidler olduğumuza inanırsak, sonuç şu anki dünyamızdır. O zaman düşüncelerimizin ve algılarımızın sorumluluğunu almalı ve onları sonuçlarını göz önüne alarak seçmeliyiz.
Bu şekilde düşünmek, insanlık tarihinin tüm büyük bilgelik ve gelenekleriyle uyum içindedir. İnançlarının incelenmesi ve kısa bir derlemesi olan aşağıdaki satırlar bununla ilgili bir şeyi gözler önüne seriyor:
Tüm evren ve varlıklar ilahi sevginin, güzelliğin, aklın ve özgürlüğün kristalleşmeleridir. Zaman ve mekandaki her şey aracılığıyla kendini ifade eden bu ilahi zekayla kendimizi ne kadar uyumlu hale getirebilirsek, o kadar çok İlahi Olan’ı bizim aracılığımızla kendisi olabileceği bir kanal haline dönüştürebiliriz .
Tüm varlıklar İlahi Olanın suretinde ve benzerliğinde yaratılmıştır ve bu nedenle doğal olarak ilahidir. Böyle yaratıldığımız için özgür kılınırız ve dolayısıyla kutsalla ve doğayla uyum içinde yaşamamakta da özgürüz. Dünya şu anki durumunda çünkü biz insanlık olarak özgürlüğümüzü sevgiden, zekadan ve güzellikten yüz çevirmek için kullandık. Dünya ve kendimiz hakkındaki kavramlarımızı ve fikirlerimizi bir kenara bırakıp, kalbimizdeki bu en eski sesi tekrar dinlersek, doğamızın veccden başka bir şey olmadığını öğreneceğiz. Bu “asli ahdi” yeniden kabul edersek, düşüncelerimiz, sözlerimiz ve eylemlerimiz ilahi ve doğal hukuka uygun düşerek dünyamız ve toplumumuz buna göre tecelli edecektir.
Bunun nasıl görünebileceği, İncil’deki Cennet Bahçesi metaforunda veya Altın Çağın Puranik metaforunda (Satya Yuga) ifade edilir.
Bunun gerçekleşmesini arzu ediyorsak düşüncelerimizin ve inançlarımızın sorumluluğunu almalıyız. Bunu yapmak, kendimizi ruhsal evrim için uygun hale getirmek demektir.
Gregor Maehle
Yazar Hakkında:
Gregor Maehle, Raja Yoga uygulamasına 1978’de başladı ve birkaç yıl sonra Hatha Yoga’yı ekledi. 1980’lerin ortalarından itibaren Hindistan’a düzenli seyahatlere başladı… -Devamını Oku-
Kaynak:
Natural and Spiritual Evolution
Kapak Fotoğrafı:
Eugene Zhyvchik – Unsplash
Çeviren:
Ayşe Ay