Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Ellis Amdur: Modern Toplumda Savaş Sanatlarının Yeri

Ellis Amdur 50 yıla yakın bir süredir Aikido ve diğer savaş sanatları üzerine çalışmaktadır. Koryu Bujutsu gibi geleneksel sanatların yanı sıra, geleneksel prensiplerin modern kolluk kuvvetlerine uygulamasını hedefleyen projelerde yer almıştır. Üretken bir yazardır. Kurgusal olmayan çalışmaları, kişiler arası tehlikeli durumların taktiksel ortadan kaldırılması, Japon savaş sanatlarının tarihçesi ve analizleri gibi konuları kapsar. Bu alandaki en son çalışması olan Hidden in Plain Sight adlı kitabının yeni baskısı, Japon savaş savaşlarında ezoterik gücü geliştirme teknikleriyle ilgilidir. Kurgusal eserleri arasında Japon Meiji döneminde geçen tarihsel bir roman  ve spekülatif kurgu yazarları Neal Stephenson, Mark Teppo ve tarihçi Charles Mann ile birlikte yazılmış bir grafik romanı vardır.
Ellis, Japon savaş sanatlarının evrimini, şimdiki ve gelecekteki rollünü ve Aikido’nun geçmişine dair görüşlerini tartışmak için Aikido Journal’a bir röportaj verdi. Üç bölümlük dizinin okuyacağınız bu ikinci bölümü uzunluk ve berraklık için düzenlenmiştir.

2.Bölüm
Modern Toplumda Savaş Sanatlarının Yeri

Buradasınız


Aikido Journal (Josh Gold): Artık geleneksel savaş sanatlarının yükselişi ve toplumdaki tarihsel yeri hakkında biraz bilgi sahibi olduğumuza göre, bu sanatların günümüzdeki değerini ve yerini tartışabiliriz. Sizce gelecekte geleneksel savaş sanatları toplumda nasıl bir rol oynamalı?

Ellis Amdur: İlerlemeden önce tartışma için bir temel atmak istiyorum. Bir an için biraz bilgiç olacağım. Bu tartışma için geleneksel savaş sanatını Meiji döneminin (1868-1912) başlangıcından önce geliştirilmiş Japon savaş sanatı olarak tanımlayalım. Meiji’den sonra oluşan, ama köklerini Meiji öncesinden alan bir sanat için küçük bir hareket alanı hala var. Ancak genel olarak konuşursak, bu tarih önemli bir kesme noktasıdır.

Tanımımızın böyle net olmasının nedeni, bu sanatların modern zamanlara bir takım sosyal ve kültürel varsayımlar taşımasıdır. Bu varsayımlardan biri, eğer öğretmeniniz adınızı bilmiyorsa, sanatı gerçekten çalışmadığınızdır. Geleneksel yöntem bire bir öğretim yöntemidir; yani ustanızla bir yakınlığınız olmalıdır. Günümüzde “hala-kendilerini- koryu -olarak-adlandıran” okullar bunun tam tersini yaparlar. Bazılarının başında ünlü bir isim vardır. Ancak başka ülkelerdeki öğrenciler bu ünlü Shihan’ın ya da Ryu’nun Soke’sinin öğrencisinin öğrencisinin öğrencisinin altında çalışırlar. Sonra yılda bir kez büyük bir spor salonunda 50, 100, hatta 500 kişi toplanır ve Shihan’ın bir seminerine katılırlar. Hep birlikte kataların üzerinden geçerler. Bu esnada ünlü Shihan kendi üst kuşak öğrencileri tarafından oluşturulan bir çemberin içinde, doğrudan bir sorgulanmadan korunur. Açıkçası, bu artık geleneksel bir savaş sanatı değildir. Evet doğru görünebilir, öğrenciler tüm kataları çalışabilirler, ancak sanat artık geleneksel şekilde öğretilmez. Elbette bu da sonuçta bir tür deneyim… Sanırım geleneksel yöntemi anlatmanın en iyi yolu, öğretmeniniz tarafından “enfekte” olmanızdır: iyisiyle kötüsüyle. Bir yakınlık olmadan, bu sanatların her zaman sahip olduğu özü öğrenemezsiniz. Modern insanlar, güç hiyerarşisinden hoşlanmadıkları için buna itiraz edebilirler. Ancak bazı şeyler vardır ki, ancak öğretmeninizin etkisi hayatınıza yayıldığında öğrenilebilir. Aksi takdirde, dikkati dağıtacak bu kadar çok şey varken, birkaç kata dizisinden çok daha fazla olan bu bilgi derinliğini elde edemezsiniz; içinize işlemez.

Beni endişelendiren bir diğer şey ise, son 20 yılda koryu ‘da bir tür patlama olmasına rağmen, disiplinlerin çoğu insan için sulandığını düşünüyorum. Japon olsun ya da olmasın insanlar, hayatlarındaki bir dizi ilginç aktiviteden biriymiş gibi eğitim alıyorlar. Bu gerçekten etkili bir yöntem değil.

Biri benimle çalışmak istediğinde, ilk sorum şudur: “Bu sanatın (daha iyi bir kelime olmadığı için) bir ‘ustası’ olmak istiyor musun? Bunu tamamen öğrenmek mi istiyorsun, yoksa bu sadece senin için ilginç bir aktivite mi?” Sadece bir aktivite ise, onlara öğretmem. Beni ve daha önce başarmış herkesi geçmek istemeyen birine öğretmekle ilgilenmiyorum. Birçok insan “Vay canına, bunu öğrenmek gerçekten havalı olurdu ya da ne harika bir öğretmenim var” gibi şeyler düşünüyor. Bu tür bir insanlarla ilgilenmiyorum.

Sorunlu olan başka bir şey de, somut olmayan kültürel hazine anlamına gelen mukei bunkazai olgusudur. 1935’te, kobudo veya koryu koruma topluluğu anlamına gelen Kobudo Shinkokai adlı bir organizasyon kuruldu ve bu sanatların tümü ilk kez bir araya toplanmaya başladı. Daha önceki zamanlarda, her sanat en azından zihniyet açısından diğer sanatlara karşı düşmandı: Yagyu Shinkage-ryu’ya karşı Itto-ryu ya da her neyse. Şimdi hepsi bir ‘kulüp’teydiler. Bunun anlamı, daha 1935 gibi erken bir tarihte bile bu sanatların gerçekten o kadar zor zamanlar geçirdiğiydi ki, hayatta kalmak için birbirlerine ihtiyaçları vardı. Mukei Bunkazai fikri, yaşayan bir antikadır. Niyetini anlıyorum! Bu eski şeyleri korumaya çalışmanın ne kadar önemli olduğunu anlıyorum ama iyi niyetli bir felç tehlikesiyle karşı karşıyasınız. İçi doldurulmuş bir hayvan gibi. Tıpkı gerçek bir hayvana benzer ama hareket etmez. Öyle değil mi?

Kesinlikle.

Artık bir hayatı yoktur çünkü. Koryu ‘yla ilgili kendi rolüm için zihinsel modelim bin yıl öncesine Kentoushi olarak anılan yolculuğa dayanıyor. Japon rahipler o zamanlar çok tehlikeli bir geçit olan Japon denizinden, Budizm’i incelemek için Çin’e yolculuk yapıyorlardı. Daha sonra geri dönmeyi başaranlar ve Budizm’in mezheplerini getirdiler. Zen (Çin’de Chan idi), ShingonTendai — bu mezhepler, Japonya’ya geldiklerinde gerçekten değiştiler. Çinli bir Budist rahibin sutralar söylerken, yüksek, şarkı söyleyen, titrek bir ses tonu vardır. Japonca söylenişini ise derin, gırtlaktan gelen bir sestir. Dua ederken seslerini ve bedenlerini farklı kullanmaları, uygulamanın farklı bir şey haline geldiği gösterir.

Evimden ayrılıp 13 yıl yabancı bir ülkede yaşadıktan sonra buraya, tamamen değişmiş bir dünyaya dönmüştüm. Dolayısıyla tek yaptığım geri dönüp orada öğrendiklerimi tekrarlamak olsaydı, inanıyorum ki koryu temel işlevlerinden birini, yani toplumu bir katkı sunmayı başaramamış olurdum. “Pekala, ben bunu modernize edeceğim ve kılıç yerine beysbol sopası kullanacağım” gibi saçma şeyleri kastetmiyorum. Ancak bir şekilde çalıştığım sanat toplumuma uymalı, bir katkısı olmalı ve sadece ara sıra ziyaret edilen bir antika olmaktan öteye geçmeli.

Bu fikir kafamda birkaç yöne gitti. Her şeyden önce, Araki-ryu Torite-Kogusoku ve Toda-ha Buko-ryu’da yoğun olarak çalıştığım gruplara sahip olmanın yanı sıra, yakın zamanda ABD’nin farklı yerlerinde çeşitli gruplarla çalışmaya başladım. Yaptığımız şey, Taikyoku Araki-ryu olarak adlandırdığım bir tür modüler eğitim. Her bir grubun kendi yerleşik düzeni var, karma dövüş sanatları eğitimi alıyorlar ve özünde boğuşma, silahlar ve benzeri şeylerle gerçekten sert bir sistem olan Araki-ryu’nun bazı yönleriyle ilgileniyorlar. Onlara okulun yöntemlerini öğretiyorum: tamamen, hiçbir şeyi geride bırakmadan. Şimdi, bazıları bunu, yukarıda bahsettiğim, bir koryu’yu modern bir savaş sanatıymış gibi popüler hale getirmek ve yaygınlaşma uğruna eğitimin giderek incelmesiyle ilgili endişelerimle çelişkili bulabilir. Fark şu ki, öğrettiğim şeyi sınırlandırıyorum, ancak bunu tüm ilişkili psiko-fiziksel yönleriyle, tamamen, doğrudan -bire bir- öğretiyorum. Gerçek bir koryu tekniği aslında bir tür hologramdır: küçük bir kısım aslında tüm sistemi içerir. Aynı öğretmen tarafından, aynı ekolde verilen çeşitli belgelere (makimono, menkyo-kaiden – çalışılan sanatın detaylarını içeren yetkinlik belgeleri) bakarsanız, bunların farklı sayılarda tekniğe sahip olduğunu görebilirsiniz. Öğretmenler, ekolün özünü ihlal etmeden eğitimlerini öğrencilerinin anlayacağı şekilde kişiselleştirebilirler.

Her halükarda, öğrencilerim öğrendiklerini kendi eğitimlerine uyguluyorlar. Örneğin, serbest stilde boğuşursanız ve işin içinde silah yoksa, kişiyi boğmak için sadece boynuna gitme lüksünüz vardır, ancak kişinin vücudunun bir yerinde bıçak varsa, bıçak boyundan daha önemlidir.

Gerçekten de öyle.

Araki-ryu sisteminde Torite Kata silahlı bir rakibe karşı boğuşmaktır. Önce sadece kata yapmaya başlarız ama sonra katayı bozarız. Mesela eğilerek veya ellere dokunarak selamlama yerine, kafaya atılan bir tekme ile başlayabiliriz. Kataya devam etmeden önce tekmeden kurtulursun ve bunun seni getirdiği dezavantajlı pozisyondan boğuşmaya başlarsın. Bir boğma tekniğinden kurtulursun, kötü pozisyonda yakalanmaktan kaçınırsın ya da bir eklem kilidini etkisiz hale getirirsin. Her bir katada işlerin plana uygun gitmediği sayısız kırılma noktası vardır. Belli bir noktada silaha sahip olan kişi onu çeker ve diğer kişiyi bıçaklamaya çalışır. Kata’dan canlı bir eğitime geçiş yapıyoruz yani. Bu gerçekten heyecan verici. Şimdi, eğer bu adamlar devam ederlerse ve “Başka bir modül istiyoruz, sonra bir tane daha ve sonra bir tane daha” derlerse, zamanla, muhtemelen tüm okulu öğrenebilirler, ama belki de olmayabilir. Belki sadece bir kısım ile yetineceğiz, ama o kısım da tamamen öğrenilecek. Aslında, Orta Çağ’da pek çok ryu bu şekilde çalışırdı. Eğitmenler, değerli buldukları insanlarla tanışır ve onlara bildiklerinin bir kısmını öğretirdi ve öğrenci elde ettiği diğer bilgilerle birleştirerek kendi pratiğini kurgulardı. Öğrencilerimden bazıları yakın mesafeden bıçaklı saldırılara karşı yaptığımız eğitime fazlasıyla odaklanan polis memurları ve bu yöntemi, çoğu eğitimde yaygın olan düello tarzı bıçak kullanımından daha uygun buluyorlar.

Ne kadar eski olursa olsun koryu modern zamanlarla bir bağlantı kurabilmeli yani. Bunu biraz daha açabilir miyiz?

Koryu yalnızca gerçek dövüş tekniklerinden değil, aynı zamanda onları destekleyen ilkelerden oluşur ve şaşırtıcı bir şekilde bu ilkelerin çoğu kesinlikle modern zamanlarla ilgilidir. Bilişsel bilimler uzmanı Robert Hubal ile ortaklaşa yazdığımız Koordinatör: Bilinmeyen Bir Ortamda Yüksek Riskli Sosyal Etkileşimleri Yönetmek adlı kitap doğrudan bu konuyu ele alıyor. Bu aslında, Savunma İleri Araştırma Proje Ajansı (DARPA) ile, özellikle bir savaş savaşçısı veya kolluk kuvvetleri olarak, size asla güvenmeyecek, asla müttefikiniz olmayacak ama yine de etkileşime geçmeniz gereken bireyler veya topluluklarla uğraşırken kendinizi nasıl organize etmeniz gerektiğini anlamaya çalışan bir projenin parçasıydı. Bu projedeki birkaç arkadaşım (Police Solutions’dan Brian Lande ve Jonathan Wender) “incelik, taktik ve güven” ifadesini kullanıyor. Ana fikir şu ki, taktik avantajı korumalısınız. Japonca’da reigi olarak adlandırılan ince düşünce becerisine sahip olmalısınız ve bu koşullar altında elinizden geldiğince güven oluşturmaya çalışmalısınız.

Çalışmanın bana ait olan bölümümde özellikle kiaijutsu’ya odaklandım. Kiaijutsu terimini duyduğumuzda, genellikle birinin bağırdığını düşünürüz. Ancak kiai, kendi psikolojik ve fiziksel yapınızın manipüle edilmesidir. Bu durum, başka bir kişilerle etkileşim halinde olduğunda, onları da manipüle eder ve bir şekilde olumlu taktiksel sonuçlar elde etmemizi sağlar. Bu ilkeler, ister rehine pazarlığı olsun, isterse sokakta bir etkileşim olsun, herhangi bir iletişime doğrudan uygulanabilir.

Bu ilkeleri aldık ve modern senaryolara koyduk. Örneğin, bir senaryoda, bir isyancıyı arayan iki savaşçı vardı. Bilgi almak için bir eve girerler. Savaşçılarımızdan biri ev halkından biriyle görüşürken, diğeri masadan bir parça ekmek alır ve ağzına atar. Kendi evinde olmadığını bir anlığına unutur. Evin sahibi olan kadın bağırmaya başlar. Adamımız onu ​​yatıştırmak için elini uzatır ama kadın saldırıya uğradığını düşünür! İşler birdenbire ters gitmeye başlar. Tam bu noktada, bir dizi alternatif stratejiyle dallara ayrılırız ve hangi stratejinin nasıl bir sonuç vereceğini görmek için denemeler ve araştırmalar yaparız. Sonuçların çoğu başarısızlıkla sonuçlanır ve elimizde bir isyan, insanların öldürülmesi veya en iyi ihtimalle daha fazla yabancılaşma ve nefret kalır. Aslında görev, gelişen kinetik durumun tüm bileşenlerini anında tanımak -ki japonca terminolojide buna Zanshin denir- ve çözüme giden çizgiyi görmek için en iyi Kiai’yi kullanmaktır. (Bu durumda Kiai, çevrenizdeki diğerlerini organize etmek için kendinizi organize etmek anlamına gelir)

Gerçekten etkileyici! Sadece sıradan bir vatandaş bile bu ilkeleri günlük etkileşimlerinde kullanabilir.

Kesinlikle. Aslında, Avrupa’daki Uber’e benzer bir modele sahip bir şirketin BT yöneticisi olan bir öğrencim, Koordinatör’ü farklı ülkelerden personelle çalışmak için kullandı ve oldukça değerli buldu. Kendisi bir Yunan ve Peru’daki çalışanlarla Skype üzerinden yaptığı görüşmelerde aynı ilkelerin çok faydalı olduğunu söylemişti.

Her durumda, özellikle koryu hakkında konuşmanın sonuna gelirken, çoğu insan tarihsel ve kültürel olarak konumlanmış bir savaş sanatını çalışır ya da çalışmaya niyetlidir. Zaten tam da böyle olması gerekir. Bununla birlikte, sanatın yaşayan bir antikadan fazlası olabilmesi için, modern uygulayıcılar, bu sanatın içinde yaşadıkları dünyaya nasıl katkıda bulunabileceğini düşünmelidir. Koryu tarihi bu tür katkılarla dolu olduğuna göre, şimdi neden farklı olsun ki? Bazı sanatlar için bu, insanların bugün hayatta kalmasına gerçekten yardımcı olabilecek teknik bilgileri içerebilir. Ancak, Yabusame (atlı okçuluk) veya Shurikenjutsu (yıldız atma tekniği) gibi, modern göğüs göğüse dövüşten uzak sanatlarda bile, ilk defa karşılaştığınız düşmanca bir durum karşısında zihninizi nasıl organize edeceğinize dair temel bileşenler vardır ve bugün hala güncelliklerini korurlar.

Bu sanatları ‘zamanda donmuş’ olarak düşünmemizin tek nedeni, tarihsel koşullardan kaynaklanmaktadır. Daha önce bahsettiğim gibi, Japonya çeşitli savaş sanatlarını birleştirmeye ve homojenleştirmeye başladı ve sonuçta Judo, Kendo ve diğer modern standartlaştırılmış formlar ortaya çıktı. Bu gerçekleşirken, arkaik sanatlar olarak adlandırılan pek çok koryu, Japonya’nın modernleşmesine paralel modern ekler geliştirdiler. Bir çok jujutsu okuluna baktığınızda modernize edilmiş uygulamaları görebilirsiniz. Aynı şey çeşitli kenjutsu okullarında ve çoğu karşılaşma yönteminde de meydana geldi. Judo ve Kendo gelişmemiş olsaydı, bu koryuların çoğu “İlkelerimizi modern zamanlara nasıl uygulayabiliriz?” diyerek ilerlemeye devam edecekti. Ancak, modern formların gelişmesiyle, bu birleştirilmiş sanatlar, örneğin Judo, Aikido, Kendo ve Naginatado, vs., koryu’nun zamanda dondurulmuş hali gibi oldular. Ancak temeldeki koryu sanatları hala modern formlara taşınmamış inanılmaz bir bilgi deposuna sahipler. Ryu’ya özel bu eşsiz bilgilerin çoğu bugün hala paha biçilmez.

Kendini koruma ve savaş sanatlarıyla ilgili daha doğrudan meselelere dönersek, benim kişisel bakış açım şudur: Eğer kişi giderek yükselen bir gerginliğin ortasında kaldıysa ve sonunda iş kendini fiziksel olarak savunma noktasına geldiyse – yani artık fiziksel şiddet ortaya çıktıysa – ne kadar yetenekli bir savaş sanatları uzmanı olursanız olun, her şey öngörülemez ve son derece riskli hale gelir. Bu nedenle, bir savaş sanatçısının, fiziksel çatışmaya girmeden önce durumu etkisiz hale getirebilmesi veya onunla başa çıkabilmesi fikri, son derece yüksek bir öncelik gibi görünüyor.

Evet katılıyorum. Ve bu artık koryudan çok daha büyük bir tartışma. Sakıncası yoksa, dövüş sanatları, kendini savunma ve benzerleri hakkında daha genel bir konuya geçelim.

Geçelim. Gerçekten güvende olmamıza yardımcı olacak bir şekilde eğitim alıyor muyuz? Özellikle de saldırgan durumları, iş çatışmaya dönüşmeden kontrol altına almak söz konusu olduğunda, birçok dojonun yeterince odaklanmadığını düşünüyorum. Kendim dahil.

Savaş sanatları sistemleri genellikle şiddete ve 21. yüzyılın modern toplumunda bunun nasıl yönetileceğine dair çok gerçekçi olmayan fikirlere sahiptir. Örneğin, koryu da dahil, bıçakların kullanıldığı bazı stillerde, size bir takım teknikler öğretirler ama hiç kimse bu tekniği uygularsanız hapse gireceğiniz konusunda sizi uyarmaz. Örneğin, çalıştığınız katada rakibin işini bitirmek için, bıçağı kulağının arkasına sapladığınız bir final olabilir. İyi bir öğrenci olarak bu katayı binlerce kez tekrarlarsanız. Tanrı sizi bu duruma düşürmesin, ama bir gün gerçekten başınıza benzer bir durum gelirse, ‘otomatik bir refleks olarak’ çalıştığınız katayı hayata geçirme şansınız olabilir. Çünkü bunu yapmak için eğitildiniz. Ve o zaman şu soruya cevap vermeye hazır olmalısınız: Tamamen kontrol altına aldığın bir rakibi neden öldürdün?

Savaş sanatları çalışırken, insan ne kadar güçlendiğini fark edebiliyor ve kolaylıkla bunun büyüsüne kapılıp yaptığı şeyin modern bağlamda gerçek bir kendini savunma olup olmadığına dair kafa yormayı unutabiliyor. Elbette hayati tehlike söz konusuysa, her şeyden önce canını kurtarmak için endişelenmelisin. Ama bunun ötesinde, eğitimin bir kısmı A) yasalara aykırı bir şey yapmadan kendinizi gerçekten savunmayı öğrenmek ve B) beladan nasıl uzak duracağınıza odaklanmaktır. Savaş sanatlarında bunlardan herhangi birini ihmal ederseniz, insanların çok talihsiz durumlara düşmesine neden olabilirsiniz.

Doğru. Dojomuzda, içinde kalabileceğimiz durumları nasıl hafifletileceğimiz ve arkasından gelen yasal süreçler hakkında konuşacağımız nefsi müdafaa atölyeleri düzenliyoruz. Bruce Bookman Sensei’nin, kadınlar özel yedi saat süren yoğun kendini savunma kurslarına liderlik ettiğini biliyorum. Yaptıkları çalışmaların çoğu, potansiyel bir tehditi fark etmek ve gerilimi düşürmekle ilgili. Başkaları da çeşitli seviyelerde başarılı olan benzer şeyler yapıyorlar, ancak bu yaklaşımı düzenli eğitim programlarına mantıklı bir şekilde ekleyen pek fazla dojo görmedim. Sizce olmalı mı? Bu unsurlar modern bir savaş sanatçısının gelişimine nasıl dahil edilmelidir?

Modern zamanlar için, ‘modern kiaijutsu’ diyebileceğim sözlü sakinleştirme çalışmalarını programa eklemeliyiz. Kolluk kuvvetlerine birçok sözlü gerilimi azaltma yöntemi öğretiyorum ve oldukça iyi bir iş çıkardığıma inanıyorum. Bununla beraber çoğunlukla bir sınıfta ders veriyorum. Stajyerler boş zamanlarında öğrettiklerimi düşünebilirler, söylediklerime kesin olarak katılabilirler. Ancak gerçekten bir ateş et/etme durumunda kaldıklarında, -doğru şekilde pratik edilmediyse- ilk kaybedilen şey sözel beceridir. Tutuklama’dan ( Arrestling ) Don Gulla ile bu amaca yönelik bir eğitim programı geliştirdik. Bu program sözlü gerilim azaltma yöntemleriyle beraber silah tutma, silahlı çatışma, şoklama gibi bir çok konu başlığını bir arada ele alıyor. Dolayısıyla sözlü beceri pratiği yaptığımız her çalışmada, diğer kişi aniden kemerinin altından bir şey çıkarabilir. Bu bir silahsa, ilk ateş eden sen olsan iyi olur. Ama ya çıkardığı şey bir cep telefonuysa? Bu çalışmaları yaparken, cep telefonunu çıkaran çoğu partnerimi öldürmüş oldum. Hatta bazılarında elinde silahı gördüğüme emindim ama sonunda iPhone çıktı. Herşey o kadar hızlı oluyor ki böyle bir hata kolaylıkla gerçekleşebiliyor. Bir savaş bölgesindeyseniz, böyle bir hataya ‘ikincil hasar’ der geçersiniz. Ancak savaş bölgesinde yaşamıyoruz ve farklı kurallara bağlıyız. Çalışmanızı gerçekçi hale getirmelisiniz. Örneğin Aikido’yu ele alalım. Neden Shomenuchi ya da her neyse yapmadan önce sohbet ettiğiniz bir yerde ders yapmıyorsunuz? Bir tartışmanın simülasyonuna ne dersiniz? “Adamım, burası benim park yerimdi” diyerek sizi iten biriyle, kafanızı yakalayıp gözünüzü oymaya çalışan biri arasında ayrım yapabilir misiniz? Bu iki kişiye karşı kullandığınız tekniklerin farklı bir otoriteye, farklı bir kontrol düzeyine sahip olması gerekir. Çünkü biri sadece sizi yoldan çekmeye çalışırken, diğeri sizi sakatlamaya çalışıyor. Bunu neden çalışmalarınıza katmıyorsunuz?

Doğru. Bu ikisi tamamen farklı bir tehdit seviyesi.

Kesinlikle. Öyleyse neden bunu eğitimimizle bağlayıp üzerine sözel etkileşimi eklemeyelim? Aniden, daha önce deneyimlemediğimiz yüksek yoğunluklu herhangi bir şeyin içine düşersek, donarız. Mücadeleyi kaybederiz ya da en iyi bildiğimiz şeye geri döneriz. Bolca yumruk antrenmanı yapıyorsam ve sen beni azarlıyorsan ve duygusal olarak daha fazlasını kaldıramayacağım bir yere geldiysem ne söylemem, ne yapmam gerektiğini düşünemem. Söylediğim her şey durumu daha da kötüleştirir, kendimi çaresiz ve aşağılanmış hissederim ve sonunda bana saldırmayı bırakman için sana vurabilirim. Üstelik bir de saplantılı şekilde bolca antreman yaptığım ve yumruklar konusunda çok iyi olduğum için çok fazla zarar veririm. Çünkü elimde yıkımdan başka çözüm üretecek aracım yoktur. Öğrendiğim tek şey budur.

Örneğin, Bruce Bookman’ın yönettiği kendini savunma eğitimden söz etmiştik. O eğitimde çalışan senaryoların ortasında çok sert, sözlü etkileşimler var. Çünkü çoğu zaman saldırı kurbanlarının, “Sakinliğimi bozan şey onun söyledikleriydi. Yüzüme tükürdüğü aşağılık şeyler donup kalmama neden oldu” gibi şeyler söylediklerini duyarız. Bu yüzden bunu eğitime dahil etmek gerekiyor. Geleneksel uygulayıcılar olarak neden bu konuda çalışmadığımızı anlamıyorum. Bana göre bu bir “kiai jutsu” biçimidir.

Bu, Ellis Amdur ile yapılan üç bölümlük bir röportajın ikinci kısmıdır. İlk bölüm burada bulunabilirsiniz.

Yazar Hakkında: https://kogenbudo.org/ellis-amdur-japanese-budo/
Kaynak : Aikido Journal –
Ellis Amdur: The Role of Martial Arts in Modern Society
Çeviri : Oğuzhan Yılmaz
Fotoğraflar : Aikido Journal – Metnin asıl kaynağından alınmıştır.

Bir yorum bırakın

0/100

Total
0
Share