Bu, Terry Dobson Sensei’nin başından geçen bir hikâyedir. Tam adı Walter Norton Dobson olan Terry Dobson (1937–1992) Amerikalıdır ve Aikido’nun öncülerinden biri olarak bilinmektedir. Aynı zamanda yazar olan Dobson Sensei, kurucu O’Sensei Morihei Ueshiba ile birlikte çalışan Japon olmayan nadir kişiler arasındadır.
Aikido Gerçek Hayatta İşe Yarar mı?
Tren, sakin bir bahar öğleden sonrasında Tokyo’nun banliyölerinde takırdayarak ve sarsılarak ilerliyordu. Vagon çoğunlukla boştu. Sadece çocuklu birkaç ev hanımı ve alışverişe çıkmış birkaç yaşlı vardı. Pencereden dışarıya, kasvetli evlere ve tozlu çalılıklara dalgın dalgın bakıyordum.
Bir istasyonda kapılar kayarak açıldı ve aniden bir adamın öfkeli bağırışlarıyla bu huzurlu öğleden sonrası paramparça oldu. Trene sendeleyerek bindi, hiddetle anlaşılmaz küfürler savurdu. İşçi kıyafetleri içinde, iri biriydi ve anlaşılan sarhoştu.
Birdenbire, elinde bebeği olan bir kadına saldırdı. Saldırının etkisiyle kadın, yaşlı bir çiftin kucağına savruldu. Mucizevi bir şekilde bebek zarar görmemişti. Ancak çift dehşet içinde ayağa fırladı ve vagonun diğer ucuna doğru koştu. Sarhoş, geri çekilen yaşlı kadına bir tekme attı, ancak ıskaladı. Öfkeyle, vagonun ortasındaki metal bir direği kavradı ve yerinden çıkarmaya çalıştı. Elinin kesildiğini ve kanadığını görebiliyordum
Tren sarsıldı. Yolcular korkudan donup kalmıştı. Ayağa kalktım.
O zamanlar gençtim -yaklaşık yirmi yaşındaydım- ve mükemmel bir formdaydım. Üç yıldır Aikido eğitimi alıyor, günde sekiz saat çalışıyordum. Fırlatmayı ve boğuşmayı seviyordum. Güçlü olduğumu düşünüyordum. Ancak becerilerim, gerçek bir dövüşte hiç test edilmemişti. Aikido öğrencileri olarak dövüşmemize izin verilmiyordu. Öğretmenim bunu bize tekrar tekrar öğütlemişti:
“Aikido uzlaşma sanatıdır. Dövüşmeyi kafaya koyduysanız, evrenle bağlantınızı çoktan koparmışsınızdır. Başkalarına hükmetmeye çalışırsanız, çoktan yenilmişsinizdir. Biz çatışmayı nasıl başlatacağımızı değil, nasıl çözeceğimizi öğreniyoruz.”
Bu felsefeyi uygulamaya çalışıyordum. Hatta tren istasyonunda dolaşan tekinsiz tiplerle karşılaşmaktan kaçınmak için sokağın karşısına bile geçerdim. Bu kısıtlama, beni hem disiplinli hem de erdemli hissettirdi. Yine de, içten içe, suçluyu yenerek masumu kurtarabileceğim bir durum ile karşılaşmak için can atıyordum. Ve işte şimdi o şans ayağıma gelmişti.
İnsanlar tehlikedeydi. Harekete geçmezsem, birileri incinecekti. Ayağa kalktığımı gören sarhoş bana döndü. Öfkesini odaklayacak birini bulmuştu.
“Hah, bir yabancı! Japonya’da nasıl davranman gerektiğini şimdi sana göstereceğim!” diye kükredi.
Baş üstü kayışını hafifçe kavradım, ona yavaş, küçümseyici bir bakış attım, yüzümde aşağılayıcı bir ifade vardı. Onu kışkırtmak istiyordum. İlk hareketi ondan bekliyordum. Onu daha da kışkırtmak için dudaklarımı büzdüm ve ona hakaret dolu bir öpücük gönderdim.
“Tamam!” diye bağırdı. “İyi bir dersi hak ettin!”
Kendini saldırıya hazırladı. Ama harekete geçmeden hemen önce—
“HEY!” diye bir ses geldi.
Ses sağır ediciydi. Uzun zamandır kayıp olan bir arkadaşını yeni bulmuş biri gibi garip bir şekilde neşeli bir havası vardı. Sarhoş ve ben sese doğru döndük. Orada, tertemiz bir kimono giymiş, yetmişlerinde olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğim ufak tefek yaşlı bir Japon adam oturuyordu. Sarhoşa sanki dünyadaki en önemli kişiymiş gibi gülümsüyordu.
“Gel buraya, gel buraya, konuş benimle!” diye seslendi, adamı yanına çağırdı.
Sarhoş, sanki bir ip tarafından çekiliyormuş gibi sendeleyerek ona doğru ilerledi. Ayaklarını yaşlı adamın önüne koydu ve “Seninle neden konuşayım ki?!” diye bağırdı.
Gerildim. Yaşlı adama doğru bir santim bile hareket etse, onu yere sermeye hazırdım. Ama yaşlı adamın ifadesi hiç değişmedi. Gözleri merakla parlıyordu.
“Ne içtin?” diye sordu samimi bir şekilde.
“Sake!” diyerek tükürdü sarhoş. “Ve bu seni hiç ilgilendirmez!” Tükürükleri havaya savruldu.
“Ah, harika!” dedi yaşlı adam. “Gerçekten harika. Görüyorsun ya, ben de sakeyi seviyorum. Her akşam, 76 yaşındaki karımla küçük bir şişe sıcak sake alıp içeriz, bahçemizdeki ahşap bankta oturup hurma ağacını izleriz. O hurma ağacını büyükbabam dikmişti. Geçen kış, kar fırtınalarından sonra biraz endişelendik. Ama biliyor musun; beklediğimizden de iyi oldu -özellikle de toprağın zayıflığı düşünüldüğünde.”
Sarhoş adama gülümsedi, gözleri parlıyordu. Sarhoş adam konuşmayı takip etmekte zorlanıyordu. Sıkılı yumrukları gevşemeye başladı.
“Evet,” diye mırıldandı bir an sonra. “Ben de hurmaları seviyorum.”
“Elbette seversin,” dedi yaşlı adam nazikçe. “Ve eminim harika bir karın vardır.”
Sarhoşun yüzü buruştu. “Hayır,” dedi. “Karım öldü.” Trenin hareketiyle sallanan iri adam aniden hıçkırmaya başladı.
“Karım yok. Evim yok. İşim yok. Kendimden çok utanıyorum.” Gözyaşları yüzünden aşağı aktı. Tüm vücudu umutsuzlukla titriyordu.
Ve aniden onda kendimi gördüm. Tertemiz olduğunu düşündüğüm genç halimle, haklı olduğumdan emin, yumruklarımla insanları “kurtaracağıma” ikna olmuş bir şekilde orada duruyordum ve kendimi ondan daha da kirli hissediyordum.
Sonra tren ineceğim durağa geldi. Kapılar açılırken yaşlı adamın samimi bir sesle “Aman Tanrım. Bu gerçekten cok zor bir durum. Otur ve anlat.” dediğini duydum. Son bir kez bakmak için arkamı döndüm. Sarhoş, başı yaşlı adamın kucağında, koltuğun üzerine yayılmıştı. Yaşlı adam, sarhoşun pis ve keçeleşmiş saçlarını nazikçe okşuyordu.
Tren uzaklaşırken, bir bankta oturdum. Sersemlemiştim. Kaslarımla yapmak istediğim şeyi, yaşlı adam sevgiyle başarmıştı. O gün Aikido’nun gerçek hayatta uygulanışına tanık olmuştum…
Terry Dobson
Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=hXy-PsWZeaM
Çeviri: Özer Emrah