Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Kaplumbağa Dilini Biliyor musun?

Meraklı, hareketli ve hırslı bir kız çocuğuyken başladı, Dünya gezegenine ilgim. Babam lisede coğrafya öğretmeniydi. Renk renk, kocaman dünya atlaslarını, haritaları saklardı kitaplığında bir hazine gibi. Ben de hazine avcısı misali onca anlamadığım kitap arasından en renklileri ve en resimlileri olan dünya atlaslarıyla bozmuştum kafayı.

Asla yerimde duramaz iken beni durdurabilen iki şey vardı şu hayatta: Birincisi annemin park çizerek sanal olarak beni parkta oynatmasıydı (zira soğuk Ankara kışlarında parka gitme aktivitesini böyle hallediyorduk). Önce salıncak çizerdi, sallanırdık birlikte. Sonra kaydırak, tahterevalli falan derken annem yorulur ve bekçi gelirdi. “Haydi bakalım evinize!” derdi. Biraz ağlardım ama kabul ederdim sonra. Bekçi gelmişti az mı? O zamanlar bekçi deyince akan sular dururdu. Parkın başkanı git derse, gidilirdi.  Sonra hooop yatak odama dönerdim hayalimdeki parktan. Varışlar bazen hüzünlüdür ya, benimki de öyle olurdu.

Diğeri de bu renkli atlaslardı. Kütüphanede onlarca anlamadığım kitap vardı. Renkli kitap kapakları arasında okuduğum kelimeleri de arkadaşlarıma ve oyuncaklarıma isim takmak için kullanırdım. Demografi, meta morfoloji gibi kelimeler.

Çocukluk arkadaşımla aramızda şöyle diyaloglar geçerdi:
“seni demografi seni, gel bakalım buraya”
“Sensin o meta morfoloji”

Atlaslarla konuşur oldum sonra ve dünya ansiklopedileriyle. Her sayfayı meraklı gözlerle çevirir, her sayfa için ayrı bir hayal kurardım. Önce nüfuslarına ve haritada kapladıkları yere bakardım. Gözümde Türkiye’nin haritada kapladığı yerle kıyaslayarak ne kadar büyük olduğunu anlamaya çalışır, ellerimle kuzeyden güneye, batıdan doğuya dolaşırdım önce. Asya’dan Afrika’ya ne hayaller ne hayaller. İnsanlar nasıl yaşıyor, dinleri ne, evleri nasıl, hepsi hayalimde bugün gibi. Nasıl oyunlar oynarlardı ki, beni de alırlar mıydı gitsem oyunlarına? Yoksa hep böyle yalnız mı oyun oynayacaktım. Kardeş yok ya da kardeş çoktu. Ağır bir aidiyet yoksunluğu içinde Dünya’nın diğer yerlerindeki çocuklardan medet umuyordum belki de.

Sonra yazlık yerlere tatile giderdik ailecek. Bodrum, Kalkan vs. Yabancı birilerini görür aramızda yabancı taklidi yapardık kuzenimle. Bir süre sonra, onlarla iletişim kurabilmek için İngilizce öğrenmeye başladım ve çat pat konuşmaya başladıktan sonra kumsalda bizimkileri bırakıp, tek başıma yanlarına muhabbet etmeye giderdim. Onlara ülkelerini anlattırırdım hayallerimdekilerle kıyaslamak için. O aralar akın akın Avusturalyalılar gelirdi Akdeniz, Ege sahillerinde. Sırtlarında koca koca çantalar, kaplumbağa gibi gezerlerdi. Sarışın, uzun boylu dev kaplumbağalar gibi gelirlerdi gözüme. Tabi ilk rotamı Avusturalya olarak belirlemiştim. Sonra da Rusya’ya gidip buz pateni yapacaktım. Her kış televizyonun başına oturur kış olimpiyatlarını izler, onlar gibi kayabildiğimi hayal ederdim. Rusya sokaklarını dev bir buz pateni pisti sanırdım o zamanlar. Kâbus gördüğümde dev buz pateni sahası olan Rusya’da paten yapardım kâbustan kurtulmak için. Babam da bu hayalimi doğrularcasına severdi Sovyetleri. Orada sanatçı veya sporcu olabilirdin işte derdi. Beni baştan vazgeçirircesine doğduğum coğrafyadan ya da kurduğum hayallerden mi desem?

İşte böyle başladı her şey. Hayallerimde dünyayı dolaşıyor, insanlarla tanışıyor ve o sarışın dev kaplumbağalara çok özeniyordum. İlk hayallerimin gerçeğe dönüşmesi için ise biraz büyümem gerekecekti. Fırsat kolladım yıllar yılı. Büyümek ne yavaş şeymiş…

İlk seyahatime ailemle yaptığım uzun tartışmalardan sonra çıkabildim. Hollanda’da bir gönüllü çalışma kampı buldum. Yaklaşık olarak on sekiz, on dokuz yaşlarındaydım. Yaşıma göre uzun denilebilecek ve güvenli bir ilişkim, uzun zamandır yerleştiğim bir konfor alanım vardı. Kısıtlı da olsa İstanbul’da tek başına yaşıyor olmanın vermiş olduğu bir özgürlüğüm de. Konfor alanında kalmak insanı birçok tecrübeyi yaşamaktan alıkoyuyordu ve bu alıkonulmuşunu damarlarımda hissediyordum. Kavga, dövüş derken kendimi bir kaplumbağa olarak koca çantamla havaalanına giderken hatırlıyorum. Yaşasın, ben de tüm esmerliğime, ufaklığıma rağmen o kaplumbağaların arasına kabul edilecektim artık! Gerçek bir kaplumbağa gibi kocaman bir çantayla yola koyuldum. Kaplumbağalığın doğası gereği yanıma en gerekli ne varsa onları almıştım ve bu çok hoşuma gitmişti. Hayatımı asgari düzeyde yaşamaya ilk olarak yollarda başladım ve ilk olarak yolların tozuyla sarhoş oldum.   

Amsterdam Schiphol Havaalanı’na indiğimde adeta hipnotize olmuştum. Sadece anı yaşadığımı hatırlıyorum. Yolculuğun büyüsüne kapılmıştım tamamen. Hiçbir korkum ve güvensizliğim yoktu. Sanki kendi evimde banyodan mutfağa gitmişim gibi güvenli, yağmurlu bir günde pamuktan bir bulutun üzerinde güneşleniyormuşum gibi rahattım. Havaalanında beni elinde ismimin olduğu bir tabelayla bekleyen birilerinin olduğu aklıma bile gelmemişti. Zavallılar saatlerce havaalanında beni ararlarken, ben havaalanında tanıştığım bir kaplumbağa ile sohbete koyulmuştum. Kendimi o kadar kaplumbağa gibi hissediyordum ki, aramızda kaplumbağa dilinden konuşuyormuşuz da bizi kimse anlamıyormuş gibi gelmişti. Yıllar sonra ilk kez anadilini konuşan bir göçmen kadar heyecanlıydım. Kaplumbağa olmak önyargısızca yaklaşmayı gerektirirmiş her kültüre, kaplumbağa merakı anlaşılabilir kılarmış tüm dünyayı. Ben de Dünya’nın bir yerinden başka bir yerine doğru yolda olan kardeşe tam bir ergen merakıyla kaptırmıştım kendimi. Kah dinliyor kah anlatıyordum ki, elinde üzerinde ismimin yazılı olduğu bir tabelayla, telaşlı ve sinirli bir başka kaplumbağa çıkageldi. Kaplumbağa olduğunu nereden biliyordun diye sorarsanız, sarışın ve büyüktü bir de pejmürde bir hali vardı ya! Bence o da kaplumbağaydı. Sahi, anlıyor muydu bizim kaplumbağa dilinden?

Peki ya sen? Anlıyor musun bizim dilden? Adımlarının farkındalığı seni yeterince güvende hissettiriyor mu, sırtında evini taşıyormuşçasına? Sert kabuğunun içinde yeterince yumuşak mısın? Adımlarının tadını çıkartacak kadar yavaş mısın hayat yolunda?


3 Yorum

  • Neslihan Ilgar Vitray
    Yayınlandı 16 Nisan 2020 at 14:32

    Keyifle okudum, kaplumbağalığımı sorgularken özellikle çocuklarımızın okumasını istedim.

    • Kıvılcım
      Yayınlandı 3 Mayıs 2020 at 13:46

      Çok teşekkürler. Kaplumbağa selamlarımı yolluyorum o halde:)

  • mina
    Yayınlandı 2 Mayıs 2020 at 22:35

    heyyy severim kaplumbağa dilini senin sanal parkta parka gitmeni de severim

Bir yorum bırakın

0/100

Total
0
Share