Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Kendime Yarattığım Sahne

Oğlumu izleye izleye sonunda bir gün dayanamayacağımı biliyordum. Hareketleri izlemek bile bir şölendi benim için ve/fakat atıl kalmak, pistte insanların dans ettiği benim ise kıvranarak seyrettiğim bir umutsuzluk içermeye başlamıştı.

Dün üçüncü Aikido dersime girdim. Ders öncesi heyecanı ve sonrası etkisiyle iki haftadır uykusuzum desem yeridir. Eh kas ağrılarımın da payı var elbette. Yeni başlayan herhangi bir insandan çok daha fazla etkilendiğim aşikar. Bu tutkunun nedenini sabah güne şükrederek başladığımda farkettim.

İlk sahneye anneannemin öğrettiği oryanteli gösterebilmek amacıyla 5 yaşında çıkmıştım. Kolonun arkasına sığınıp heyecanımı kendime sarılarak nasıl bastırdığımı hala anımsıyorum. Ardından hemen hemen şehirli her küçük kız çocuğu gibi ilkokulda bale.. Son sene sahnede baş roldeyken seyircileri değil uçsuz bucaksız ufku yaşıyordum. Orta sonda tiyatro girdi yaşamıma ve asla çıkmadı.. Toprak Sergen’le, Tolga Garipoğlu’yla (Hugo’daki Tolga abimiz), Ekin Tunçay’la (Devlet Tiyatroları sanatçısı) beraber sahnedeydik. Efe Ök vardı sonra -şimdi NYU’da matematik profesörü- annesi DT’dan kostüm kullanmamızı bile sağlardı. Sektörden ayrıldığım için ne kadar acı çektiğimi işte O anlayacaktır. Radyo, televizyon seslendirmeleri, Deneme Sahnesi, ODTÜ amatör tiyatro topluluğu derken üniversite 3’de pes ettim. Okul öncelikliydi ve tüm zamanımı sömürüyordu. Konservatuar treni çoktan kaçmıştı. O günden sonra yarı kıskançlık yarı beklentilerimin yüksekliği ile en neşeli olanında bile ağlamadan ayrıldığım oyun olmadı. Bugün 42 yaşındayım. Yerleşik bir sancı gibi tiyatronun yoksunluğu ile yaşamaya alıştım; yeter ki fazla yaklaşmayayım.

Aikodo’ya başlarken tiyatro tutkumun yeniden alevleneceğini bilmiyordum elbette; böyle bir şeyi düşleyemezdim bile. Ama vücudumla sanatın parçası olmayı öyle özlemişim ki. İlk ders ukemi öğrenmeye çalışırken boynumu incitmem; yetmiş beşinci dakikada yorgunluktan yere yığılacak hale gelip bir bardak su ile kendimi toplamam –Mert Sensei’nin sezgileri sayesinde yere düşmedim-, ikinci Sistema dersinde Halil Bey’den okkkalı bir yumruk yiyerek attığım çığlık, üçüncü dersimde el hareketlerini yapamayıp yerin dibine girdiğimi hissetmem aslında hiçbir şeydi.. Tiyatroda tek bir sözcüğü doğru vurgulamak için sahnede turlayarak yüzlerce kez prova yaparsın. Ders biter bitmez bir sonraki ders için saat saymam bundandı. Daha iyisini yapmak istiyordum. Kontrollü, dengeli ve estetiğinden öte gücünü hissederek ve tabi içten gelen yansımasıyla göstererek. Bir iki dans denemem de vardı; nasıl olur da iki üç adımı atarken telaşlanır denge bozardım. İçimdeki merak ve yapamadığımdaki pişmanlıkla bezenmiş tutkuydu işte uykusuzluğumun ve gün içindeki dalgınlığımın nedeni.. İnternette hareketleri biraz daha net görebilmek ve anımsamak için işyerinde öğle aralarını bekler oldum. Örneğin üçüncü dersime yetişen dogimin kemerini bağlamayı masa altında bacağımda deneyerek öğrendim desem!!..

Dojo tıpkı şirketler gibi soyut bir kavram değil. İşyerlerinin nasıl kültürü çalışanları ile biçimleniyorsa bizim Dojo’muzun karakteri de Senseileri ve onunla uyumlu çalışan öğrencileri ile biçimleniyor. Yalnızca üç derstte yedi ayrı kişi ile çalışma imkanı buldum. Dürüst, açık, yardımsever ve çalışkan insanlardı. İşte Aikido bir insandaki bu nitelikleri ve aksi olumsuzlukları anında sezme fırsatı veriyor. Bir yandan da her bir eşli çalışma aslında küçük bir düello. İster istemez daha iyisini yapmak için bir mücadele ve öğretmek yada benim pozisyonumda öğrenmek için bir fırsat. Yıllardır gidip geldiği halde arkadaşların yüreklerindeki ateşin sönmediğini görmenin yeni başlayan biri için ne ifade ettiğini sözcüklere dökmeme dahi gerek yok..

Tiyatroda oyuncuları canlı kılan gösterilerdeki alkışlardır. Peki burada bizi ne bir arada tutuyor? Sanırım yanıtı saygı.. Dojo’ya ayak basan herkesin birbirlerine ve Aikido öğretisine karşı duydukları kimi kez sessizlikte somutlaşan bir saygı. Yoksa sırf bir hareketi doğru yapabildik diye bu sosyal bütünlük, belki de takdir olmasa nasıl mutlu olunabilinir ki?  Nazım’ın dediği gibi “Yaşamak ciddi bir iştir” ve Aikido da görsel bir disiplin..

Günceme herhangi bir son yazmıyorum.. Çünkü bu bir başlangıç.. Bu bir yol..

22 Kasım 2011

Leave a comment

0/100

Total
0
Share
Best Choice for Creatives
Purchase Now