Türkiye’de yaşadığım yaklaşık 30 yıl bana her hikayenin unutulmaya mahkum, zamanla önemini kaybeden en az bir başlangıcı olduğunu öğretmişti. Elbette ki bu bilgi her birey için geçerli olmasa da etrafımdaki herkesin hikayesi hayatın dalgalarında nasıl sürüklenildiği yada yaşamlarında hangi duvarlara çarptıkları üzerine dönüyordu. Ne kendileri ne de o an dinleyici olan ben için tatmin edici nedensel bir başlangıç sunabilmek zor, hatta anlamsızdı. Bariz orijin hikayeleri sadece filmlerde olabilecek tatlı süslemelerden ibaret kalmış, kendi hayat yolculuğumuzda ipin ucunu çoktan kaçırmıştık.
Her ne kadar Japonya’ya gidiş hikayemiz, Bob Ross’un deyimiyle ‘mutlu tesadüflerle’ sarmalanmış, sürüklenme sonucu gibi gözükse de zaman içerisinde aslında durumun çok daha farklı geliştiğini anladım. Yol arkadaşımla koşurturmalar içerisinde sürüklendiğimizi zannederken aslında oluşturduğumuz ortak bilinç “hain” planlarını tıkır tıkır işletiyormuş. Kronolojik olarak olmasa da anlamsal açıdan yolculuğumuzun başlangıcı Myoan-ji tapınağının kapısını çaldığımız andır.
Kyoto’nun sadece turistik olarak değil, tarihi ve ruhani açıdan da en önemli alanlarından biri Tofuku-ji tapinak kompleksine girdiğimizde, her birinde Zen budizminin farklı sektlerinin yaşamaya devam ettigi ahşap tapınak ve pagodalar bizi büyülemişti. Neredeyse 800 yıllık yapılar tüm ihtişamıyla etrafımızı sarıyor ve kendiliğinden ruh halimizi değiştirerek pasif bir meditasyon moduna sokuyordu. Japonya’ya gitmeden zaten ilgi alanımız olduğu için, Kansai bölgesindeki Komusō keşişlerinin merkezi olan Myōan-ji tapınağını kompleksin içinde aramaya başladık. Etraftaki kocaman tapınaklar arasında saklanmış, o an neden olduğunu anlayamadığım için haddinden fazla mütevazi diye düşündüğüm küçücük, tek katlı bir binanın bizim aradığımız yer olduğunu söylediler.
Myōan-ji (明暗寺, “Işık ve Karanlığın Tapınağı”) Rinzai Zen geleneğine bağlı Fuke sektinin ana merkezi ve en önemli hac noktasıdır. Komusō geleneğini devam ettirip koruyan son merkezlerden biri. Herkese açık bir cemaat sistemi yerine, geleneklerine bağlı ön kabul koşulları olan üyelik sistemini uyguluyorlar. Bu bariz biçimde örgütlenme ve öğretinin yayılmasından çok, bilginin dejenere olmasını engellemeyi önemsediklerini kanıtlıyor. Zen budizminin özellikle de Fuke sektinin bu yaklaşımı, yolculuğumuz sırasında daha net biçimde gözlemlediğim ana kara Asya budizminin yayılmacı ve agresif tonundan çok uzak oluşu, kendimize çok daha yakın hissetmemize neden oldu.
Kapıyı çaldığımızda bizi karşılayan kişinin günlük bahçe işlerini bırakıp bizle ilgilenmeye başlayan baş rahip olduğunu o an anlayamadik. Biz o zamanlar pek japonca bilmediğimiz için Japongilizcesiyle neden orada olduğumuzu anlamaya calışıyor ve tapınağı anlatmaya çalışıyordu. Kısa süren diyaloğumuzun sonunda bizi yakın tarihte olacak olan toplantılarına ve honkyoku dinletisine davet etti, bu sayede komusō geleneğini deneyimleme şansına eriştik
Japon tarihine veya kültürüne aşina olanlar, komusō veya “hiçliğin rahibi”nin bir versiyonunu görmüş olabilir. Başlarının üzerine taktıkları dokuma sepetler ve elbiselerinden çıkan uzun flütler sayesinde anında tanınabilen bu münzevi rahipler, birçok nedenden dolayı benzersiz. Bazen “boşluğun keşişleri” bazen de “hiçliğin keşişleri” olarak tercüme edilen komusō, Shakuhachi adı verilen uzun bambu flütleriyle tanındılar. Komusō, shakuhachi’yi diğer mezheplerin meditasyonda kullandığı sessizlik veya okunan mantraların yerine dini bir enstrüman olarak kullanıyor. Fuke sektinin keşişleri bunun yerine zihinlerini aydınlanmaya odaklamak için honkyoku olarak bilinen besteler çalıyorlar; buna suizen ya da “üfleyen-esen zen” diyorlar. Komusō ayrıca, keşişlerin görmesi için yarıkları olan bir sepete benzeyen, tengai isimli kendine özgü dokuma hasır şapka veya maskelerini de benimsemiştir. Maske takmak, geleneksel olarak egonun veya benliğin reddedilmesini simgeliyor.
Honkyoku repertuarının zor icra teknikleri ve özellikle gerekli nefes kontrolü (daha çok oturarak Zen meditasyonunda kullanılan nefes) gerçekleştirmek için gereken konsantrasyon ancak seneler süren fiziksel (icra), duygusal (dinginleşme, kendini bırakabilme) ve zihinsel (konsantrasyon, hal kontrolü, aynı anda hiçlik ve akışta eriyebilme) egzersizlerin sonunda elde edilebiliyor. Tam olarak adanmışlık isteyen bu yol eskiden tövbe etmiş samuray ve roninlerin yoluyken, tapınakta modern Japonya beyaz yakalıların aynı adanmışlıkla bir araya gelmiş olmaları oldukça etkileyiciydi.
Sorduğumuzda Komuso'nun Suizen (Üfleyen Zen) adlı meditatif uygulamasını, "Tek seste Aydınlanma" ve "Üfleme ve Zen birdir" gibi sözlerle özetlediler. Japon geleneksel müziğinde notaların ve enstrümanların sadece bir sesten ibaret olmayışı, her birinin aynı zamanda sembol olduğunu sonradan öğrendik. Batı klasik müziği temelinde yoğrulmuş kulaklara yanlış ve arızalı gelebilecek sesler, Honkyoku performansı sırasında önemli ve gerekli semboller olarak kullanılıyor. Birbirlerinden çok farklı zamandır Shakuhachi yolunda olan otuzdan fazla tapınak üyesinin aynı anda çaldıkları eserin üzerimde yarattığı etkiyi tam olarak kelimelere sığdırmak imkansız. Tek söyleyebileceğim istesem de istemesem de etrafımı sarmış ses bütününün o anda algımı değiştirdiğidir. Aynı tecrübeyi yol arkadaşımın da yaşadığını duyduğum anda, biz de yola adanmaya karar verdik. Ne olursa olsun Japonya’da kalacak ve shakuhachi’nin yapımını ve icrasını öğrenecektik.
Belki hatırlıyorsunuzdur, yazının başında türkiye’deki tecrübelerimizin bize tüm başlangıçların unutulmaya mahkum olduğunu öğrettiğinden söz etmiştim. Japonya bize asla unutamayacağımız bir başlangıç sundu. Bu başlangıç sadece bir hikayeden ibaret kalmayıp sonrasında yaşayacağımız tüm serüvenin de temeli oldu. Japonya bizi baştan yaratmaya başlamıştı…
Kapak Fotoğrafı : 松岡明芳 – CC BY-SA 3.0, https://commons.wikimedia.org/w/index.php?curid=15421269
İkinci Fotoğraf : Tarourashima – Public Domain, https://commons.wikimedia.org/w/index.php?curid=3836936