Öyle ya da böyle, nasıl bir hayat yaşarsan yaşa er ya da geç hepimiz ölüm gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Çoğu zaman bu gerçeği düşünmek istemesek de, yokmuş gibi davransak da, yaşamak diye adlandırdığımız şey bizzat ölümün bir süreci aslında. Her an her saniye bedenimiz çürüyor, yaşlanıyor, an be an çözülüyor. Süreç durmadan devam devam ediyor. Onu yaşamak haline getiren şeyse eylemlerimiz, bize kalan sürede yaptıklarımız. Çünkü parçalardan oluşan her şey bir gün tekrar parçalara ayrılıyor ama eylemlerimiz ardımızda iz bırakıyor. Yaşamları etkiliyor, sana bana ait olmaktan çıkıp, birçok varlığa maloluyor. Belki de insan şu kısa anda başkalarının hayatlarına bir katkısı olduğunda huzurla kapayabiliyor gözlerini.
2 Mart 1933 de Osaka- Japonya’da doğan Nobuyoshi Tamura Sensei 1953 yılında Aikikai Hombu Dojo’ya Morihei Ueshiba’nın uchi-deshi’si olarak katılmıştı. O’Sensei’nin en yakın öğrencilerinden olan olan Nobuyoshi Tamura, 1964’de Aikikai’nin resmi temsilcisi olarak Fransa’ya yerleşmişti. Fransız Aikido Federasyonu milli teknik danışmanı olan Tamura Sensei, O’Sensei’nin yaşayan sayılı öğrencilerinden biriydi. Yaşamı boyunca savaş sanatlarını (Budo) çalışarak sayısız öğrenci yetiştirmiş ve sayısız insanın hayatına izler bırakmıştı.
Durgun suya küçük bir çakıl taşı atarsın, dalgalar taşlardan kıyılardan yansıyarak ve büyüyerek yoluna devam eder. Su sonunda durulsa da taş hala oradadır.
Nobuyoshi Tamura Shihan, 9 Temmuz 2010 tarihinde 77 yaşında aramızdan ayrıldı.
Ben sadece bir kez aynı minderde bulunma ve Tamura Shihan’ın bileğini tutma şansını buldum. Onu uzun zaman tanıyan öğrencilerinin eminim çok daha fazla anlatacak şeyi vardır ama ben ustaların affına sığınarak Tamura Shihan’ın huzurla yeni yolculuğuna çıktığına inanıyorum ve ustayı, onun bilgisini paylaşarak anmak gerektiğini düşünüyorum.
Tamura Shihan’a ait aşağıda ki röportajını ODTU Aikido’nun web sitesinden aldım. Teşekkürü borç bilirim.
S: Bunca yıldır Aikido çalışan bir insan için Aikido’nun anlamı nasıl değişti? Yeni başlayan birisininkiyle kıyaslandığında sizin için değişim oldu mu?
C: Gerçekte Aikido’yu tam manasıyla tanımlama olanağı yoktur. Her durumda kişi Aikido’nun bir savaş sanatı olduğunu bilmelidir. Bunu böyle değerlendirenler doğrudur. Aikido’nun amacı uyumdan başka bir şey değildir (Ai=uyum): bir tür ormanın yaratılması. Uyum Aikido yoluna bağlılığın bir sonucudur.
S: Bu uyuma ulaşmada kullandığınız araçlar nelerdir?
C: Gerçekte bu uyum fikrini anlamak çok kolaydır. Kişi sadece Aikido’nun uygulama kurallarını tatami’de (minderde) de takip etmelidir. Belki sizinle Aikido hakkında konuşma gerçeği bile Aikido’yu ifade etmenin bir yoludur. Bu aynı zamanda Aikido yapmaktır.
S: Yani Aikido minderde uygulanır, fakat Aikidonun öğretileri günlük yaşama uyarlanmalıdır demek mi istiyorsunuz?
C: Evet. Minderi (tatami) günlük hayatın küçük ölçekte bir modeli gibi düşünebiliriz, ve sonuç olarak, dojonun içerisinde yaptığımız her şey dışarıdaki yaşantımızda da uygulanabilir.
Bir usta Aikido çalışırken, haraketleri dairesel olduğundan ve sürekli vücudunu gevşetmeye çalışıyormuş gibi gözüktüğünden, sanki rakibini yenmeye çalışmıyormuş gibi görünüyor.
Yine de, bir Aikido ustasının gerçek bir mücadele (dövüş) sırasında rakibini yenmeye çalışmaktan hiçbir zaman kaçınmayacağını belirtmek gerekir. Soruda bahsi geçen dairesel hareketlere gelecek olursak, bunlar etrafımızdaki herşeyin sembolüdür. Dünya dairesel, atomlar yuvarlaktır vs. Aslında dairesel hareketler evrenin küçük bir kopyasıdır.
S: Tipik bir Aikido dersi neden gevşeme ve esneme hareketleriyle başlar?
C: Gevşeme bütün alanlarda çok önemlidir. Gevşememiş olmak doğal değildir, tecrübeler göstermiştir ki, gevşeme eksikliği etrafımızda herhangi bir şey yapmamıza engel olan bir çeşit duvar örer. Gevşeme sayesinde bu duvarı yıkabiliyor ve doğru şekliyle Aikido çalışabiliyoruz.
Duygusal tutumumuzu tümüyle değiştirmesek de gevşemek gereklidir. Mesela, mindere kötü bir ruh haliyle veya birisine kızgınken çıkabilirim. Ancak, önemli olan doğal davranmaktır.
Bu, “kapalı” bir tutumumuz olmaması gerektiğini anlamına gelir. Her durumda hem güçsüzlük zihniyetinden hem de aşırı sertlikten kaçınmamız gerektiğini anlamalıyız. Bunu uygulama şansına konuşmamızın başında siz de sahip oldunuz. Yapmayı planladığnız tüm hazırlık işlerini bir yana bırakıp rahatlamaya çalıştınız. Bir tür doğaçlamayla hareket etmeniz gerekiyordu ve bu çok daha iyi.
S: Aikido’nun doğuşunu çevreleyen koşullar nelerdi?
C: Aikido’nun modern bir dövüş sanatı olduğunu söyleyebiliriz. Bunu başlatan ve sanatın öğretilerini derleyen, 1968 yılında ölen Ueshiba Usta’dır. Kendisi Aikido şeklinde adlandırdığımız sanatı 1942’de bugünkü haline getirmişti.
S: Aikido’nun Aikido çalışana faydaları nelerdir?
C: Bu kişiye ve onun hedeflerine göre değişir. Bu bir pasta gibidir: büyük veya diğer küçük bir dilimi alabilirsiniz.
S: Sakıncası yoksa, sizin Aikido’da kişisel olarak bulduğunuz yararları öğrenebilir miyiz?
C: Ben şahsen, huzur ve sükun buldum.
S: İnsan çok ağır antrenman yapınca bitkin düşebiliyor ama idmanı sürdürürse bu bitkinlik ortadan kalkıyor. Bu durumu açıklayabilir misiniz?
C: Yorgunluğun iki türü vardır: bedensel ve zihinsel. Tatami üzerinde bedensel yorgunluk hissederiz.
Bunu, idman yaparken yoğun bitkinlik durumundan gevşemeye ve zihinsel dinginliğe geçmeyi bize öğreten geleneksel Japon öğretilerinde bulabilirsiniz. Eğitimimizin temelinde bu vardır. Bu çok somut bir deneyim ve insana “sıra dışı” deneyimler yaşama olanağı veren harika bir alışkanlık.
Böyle yoğun bir idmanın ortasında bu yorgunluk eşiğine ulaşan insan pes edip bırakırsa üzüntülü ve sıkıntılı bir ruh haline girebilir, oysa ki idmanı sürdürüp bu dönüm noktasını aşarsa çok daha olumlu ve dingin bir duruma erişir.
S: Bu ruh durumuna erişmek için dönen Türk dervişlerin ya da mağarada inzivaya çekilip yemeyi bırakan gizemcilerin yaptığına benziyor mu bu? İçinde Japon gizemciliğini barındırıyor mu?
C: Bence Aikido’da gizemli bir şey yok. Bu, insanın Aikido’yu nasıl gördüğüne ve farklı kültürlerin bakış açılarına bağlı. Örneğin, bazı kültürlerde bir adamın Aya gitmesi gizemli değil delice bir düşüncedir.
S: Ben “gizemli” sözcüğünü söylerken, yaşamımıza anlam veren, davranışlarımıza yön veren deneyimleri kastediyordum. Aikido’nun bu tür deneyimler yaşamayı olanaklı kıldığını sanıyorum. “Eşik” kavramını da göz önünde bulundurarak O’Sensei Ueshiba ile deneyimlerinizden söz eder misiniz?
C: Bu hayli geniş bir soru oldu. Pek çok boyut içeriyor. Şunu söyleyerek başlayabilirim; küçücük televizyonlar ve radyolar üretmek biz Japonlara pek kolay gelir; gündelik yaşantımız bunlarla doludur.
Bununla birlikte, iyi göremeyen ya da duyamayan birine bunlar gülünç ve işe yaramaz görünecektir, aynı şu “büyülü” tekniği deneyimlememiş kişilere olduğu gibi. Sizin “gizemli” diye söz etmeniz de buna benziyor. Hepsi ilgili kişiye bağlı.
Kendi kişisel deneyimimden bahsedebilirim. Şubat ayında Lüksemburg’da bir otel odasındaydım. Uyuyordum. Gecenin bir yarısı birinin bana seslendiğini duydum, teyzemin sesini tanıdım. İki hafta sonra annemden teyzemin öldüğünü söylediği mektup geldi. Bence bu olağan bir olay, algısal bir seziş; ama bunu okuyan çoğu insan benim “gizemli” -hatta deli- olduğumu zannedecek.
S: Öğrencilerinizin en çok neyi anlamasını sağlamak istersiniz, gerek tatami üstündeyken gerekse dışarıda? Tek bir fikir ortaya koyabilme şansınız olsa, bu hangi fikir olurdu?
C: Bence en önemli şey, tatami üstünde olsun olmasın, bütün elinden geleni yapmaktır, hem de bugün yapmaktır, çünkü yarın yok. “Yarın” gelince bütün elinden geleni yapamamış olacaksın.
S: Eğitim esnasında sözlü anlatımlarınızı neden böylesine kısa ve öz yapıyorsunuz?
C: Normalde en önemli olanı anlatırım. Gerisinin öğrencinin kendi girişimiyle, emeğiyle edinilmesi gerektiğine inanıyorum. Buna göre, yaptığım anlatımları geliştirmek öğrenciye kalır; böylece öğrencinin emeğiyle ders daha eksiksiz, daha kişisel olur. Öğrencinin kişisel algısının ötesine hiç geçmem.
Ana teknik bir dizi fotoğrafla bile verilebilir, Aikido’da öğrncinin kendsini şekillendirebilmesi için, öğrencinin kendini tekniğin içine sokması ve hareketleri kendinin yeniden canlandırması gerekir.
“Türkçe çeviri için Sinan İmamoğlu, İrem Ebaş ve Gizem Acarlar arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz…”