Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Nobuyoshi Tamura Shihan İle Röportaj

Nobuyoshi Tamura, O’Sensei Morihei Ueshiba’nın doğrudan öğrencisiydi. Bir Kendo öğretmeninin oğlu olan Tamura, 1953’te Aikido’nun kurucusu Morihei Ueshiba’nın uchi-deshi’si (yatılı öğrenci) olarak Hombu Dojo’ya katıldı. İlerleyen yıllarda Aikido’nun Avrupa’da ve özellikle Fransa’da gelişmesine büyük katkıları olmuştur. FFAB’nin (Fransız Aikido ve Budo Federasyonu) Ulusal Teknik Direktörü (DTN) idi. 8. dan rütbesine ve Shihan ünvanına sahipti. Öğretmenlik kariyeri boyunca, başta Batı Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinde birçok eğitmen yetiştirdi. 1999 yılında Fransız hükümetinden “Chevalier de l’ordre National du Mérite” (Ulusal Liyakat Nişanı Şövalyesi) madalyasını aldı. Tamura, Aikido üzerine Fransızca birkaç kitap yayınladı.

Nobuyoshi Tamura Shihan ile yapılan bu röportajın bir kısmı, 2 Ağustos 1983’te Fransa’nın Marsilya kentinde, Didier Boyet’in sorularıyla yapılmış ve daha sonra 29 Ağustos 1984’te Tokyo’daki Aiki Haber ofisinde Editör Stanley Pranin ile devam edilmiş. Elimizdeki metnin aslını Aikido Journal’da bulabilirsiniz.


Savaştan kısa bir süre sonra O’Sensei’nin uchideshi’lerinden biri olmuştunuz. O zamanlar Hombu Dojo nasıl bir yerdi?

Eski Hombu Dojo’nun, Ueshiba Sensei’nin evine bağlı büyük ve eski bir ahşap bina olduğunu hatırlayanlar vardır eminim. Girişinde, O’Sensei’yi model alarak parşömen üzerine boyanmış bir ejderha asılıydı. Parşömenin sağ tarafında arka arkaya bokken, jo, tahta tüfekler (Juken) ve eğitim sopaları vardı. Sağ üst duvarda, siyah kuşaklı kişilerin adlarını taşıyan tahta şeritler gururla asılı duruyordu. Sol duvarda, bize sert bir şekilde bakıyormuş gibi duran, dojo kurallarının ustaca fırçalandığı büyük bir kağıt yaprağı vardı.

Dojo’nun ön yarısı, eski günlerde Kendo çalışması için kullanıldığı söylenen ahşap bir zemindi. Biz yeni başlayanlara ahşap zeminde antrenman yaptırıyorlardı. Bombalamalardan sonra evlerini kaybeden birkaç aile de dojonun diğer tarafında yaşıyordu.

En fazla 14 ila 15 öğrenci vardı ve dersleri şimdiki Doshu (Kisshomaru Ueshiba, Doshu: 1969 – 1999) veriyordu. Atmosfer samimiydi ve bu dojonun yıllar önce “Cehennem Dojosu” olarak anıldığına inanamıyordum. O zamanlar dojoda kalan, yemek yapan ve bir yandan da işlerine ya da okullarına devam eden insanlar vardı. Aslında dojoya sadece bedava kalabileceğimiz için girmiştik. Orada olmak için ilk motivasyonumuzun uchideshi olmak olduğunu söyleyemeyiz.

Bu hangi yıldı?

Sanırım 1953 ya da 1954 civarıydı. Başlangıçta ben de diğerleri gibi dojoya gidip gelirdim. 16 yaşındayken babamı kaybettim ve bağımsız olmaya kararlı bir şekilde evimi terk ettim. Çeşitli yerlerde birçok insandan yardım aldım. Bazen oda kiralayarak bazen de insanlara yardım ederek geçiniyordum. O sıralarda Seigo Yamaguchi Sensei, evliliği için memleketine geri dönecekti ve yaklaşık bir ay uzaktayken odasına bakmamı istedi. Hatta pirincini yiyebileceğimi söyledi. Bu oldukça beklenmedik bir olaydı, teklifini hemen kabul ettim. Bir ay çok çabuk geçti ve Yamaguchi Sensei eşiyle birlikte geri döndü. Sonuç olarak artık kalacak bir yerim yoktu. Ne yapacağımı düşünürken Sensei dojoda kalmamı önerdi. Ona ne kadara mal olacağını sordum ve ücretsiz olduğunu söyledi. “Ücretsiz mi?” dedim. “Yok canım? Lütfen bunu yapmama izin verin!” Sonra hemen bir uchideshi oldum.

O sıralar kim ders veriyordu?

O zamanlar dojonun başında şimdiki Doshu (Kisshomaru Ueshiba, Doshu: 1969 – 1999) vardı ve genellikle dersleri o verirdi. O günlerde kendisine “Waka Sensei” (Genç Sensei) derdik. Elbette Morihei Sensei’ye O-Sensei diyorduk. O zaman, sadece bu ikisi Hombu Dojo’nun eğitmenleriydi. Bu yüzden başka Aikido eğitmeninin olmadığını düşünüyordum.

O-Sensei her gün dojoya geliyor muydu?

Daha önce de söylediğim gibi, evi dojoya bağlı olduğu için, mevcut Doshu ders verirken ortaya çıkar, bir kaç teknik gösterir ve sonra rüzgar gibi kaybolurdu. Bazen dersin tamamını verirdi, bazen de uygulama süresinin yarısından fazlasını konuşurdu. Çalışmaya başlayacağımız zaman bacaklarımız uyuştuğu için ayağa kalkmakta zorlanırdık. Tokyo’da olduğu zamanlarda böyleydi ama O-Sensei genellikle Iwama’da yaşıyordu. Sık sık Tokyo’ya, Kansai (Osaka-Kyoto) bölgesine ve hatta Kyushu kadar uzaklara seyahat ettiğinden her gün onun öğretisini almak zordu.

“Bazı insanlar sık sık O-Sensei’ye eşlik etmenin zor bir iş olduğunu söylese de, ben bunu yapmaktan mutluydum. Çünkü güzel yerlerde kalabiliyor, lezzetli yemekler yiyebiliyor ve ayrıcalıklı muamele görebiliyordum.”

O-Sensei gittiği yerlerde ne kadar kalıyordu?

Tokyo’da bir hafta ya da bir ay kadar kaldığı zamanlar olurdu. Bazen iki ya da üç gün kalır ve ardından Kansai bölgesine giderdi. Bu nedenle, size bir yüzde vermek benim için zor. O-Sensei seyahat ederken her zaman biri ona eşlik ederdi. O-Sensei ile birlikte Shizuoka, Osaka veya Shingu’ya kadar giderler ya da onu eve götürmek için Iwama’ya gider ve hemen geri dönerlerdi. Bazı insanlar sık sık O-Sensei’ye eşlik etmenin zor bir iş olduğunu söylese de, ben bunu yapmaktan mutluydum çünkü güzel yerlerde kalabiliyor, lezzetli yemekler yiyebiliyor ve gittiğim her yerde ayrıcalıklı muamele görebiliyordum. Normalde benim gibi bir gencin bu tür bir nezaket görme şansı olmazdı, kimse beni fark etmezdi. O-Sensei’nin arkadaşı olmak büyük bir fark yarattığı için mutluydum. Ben sadece bir çocuktum. O-Sensei’nin refakatçisi olarak yaşadığımı düşündüğünüz harika deneyimler hakkında bana sorular sormak istediğinize eminim. Bunlar o zamanlar benim için en çok anlam ifade eden şeylerdi. (Gülüşmeler)

O-Sensei Morihei Ueshiba ve Nobuyoshi Tamura, 1957

O-Sensei için düşmek (uke olmak) nasıl bir şeydi?

O-Sensei beni ilk kez ukemi için kullandığında mutluydum. Birdenbire harika olduğumu hissettim ve sonunda bana deneyimli öğrencilerden biri gibi davranıldığını düşündüm. Uke olarak alındığım için fırlatma hissiyle fırlatılma hissi arasındaki farkı ayırt edebildim. Bu nedenle, başkalarının sahip olmadığı bir avantajım olduğunu düşünüyorum.

Eski günlerde, insanların şimdi yaptığı gibi ukemi yapmayı öğrenmiyorduk. Ukemi, başka biri tarafından fırlatılarak öğrenilen bir şeydi. Biri seni fırlattığında doğal olarak verdiğin tepki gerçek ukemi olarak kabul edilirdi. Eskiden Aikido öğretme yönteminin çok sistemli olduğunu düşünmüyorum. Belki de öyleydi ama ben fark etmedim. O-Sensei dojoya geldiğinde, bizi arka arkaya fırlatır ve sonra aynı tekniği uygulamamızı söylerdi. Başlangıçta ne tür bir teknik yaptığını bile bilmiyorduk. Eski bir öğrenciyle çalıştığımda önce o beni fırlatırdı. Sonra “Sıra sende!” derdi ama ben ne yapacağımı bilemezdim. Ben onu atmak için uğraşırken, O-Sensei bir sonraki tekniği göstermeye başlardı. Eğitimimin o uzun süren ilk döneminde sadece yere yığıldım ve acı çektim. Teknikleri biraz ayırt edebilmem bir ya da iki yılımı aldı. Bir tekniği anladığımda mutlu oluyordum ama O-Sensei hemen bilmediğim başka bir tekniği gösteriyordu. Ona “Sensei, bu noktayı anlamadım” gibi bir soru soramadığım için, aynı tekniği tekrar görmek için bir sonraki şansı beklerdim. Sorsaydım belki anlatırdı ama böyle bir şey yapmanın mümkün olduğunu düşünmemiştim. Belki de anlamadığımız bu noktalara kafa yormak, tekniğin o anda hemen açıklanmasından ve kısa sürede unutulmasından daha iyi olabilirdi. Cevabı bir gün kendimiz bulabilirdik. Diğer taraftan bir dahaki sefere O-Sensei aynı tekniği tekrar uyguladığında kaçırmamak için hepimiz sürekli dikkatli olmak zorundaydık.

Size özel bir olaydan bahsedeyim. Öğrencilerden biri O-Sensei’ye, tekniği dojodayken uygulayabileceğini düşünmesine rağmen, evde yapamadığını söylemişti. Sensei güldü ve şu şekilde cevap verdi: “Ki’mi benimle antrenman yapanlara bağladığım için dojoda yapabilirler ama kendi başlarına yapamazlar.” O-Sensei olmadan savaşamayacak olmamızın saçma olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Bir teknikte ustalaştığımı düşünmeme rağmen, O-Sensei’nin yaptığı şekilde olduğundan emin değildim. Yarım yıl, ardından bir yıl bu şekilde geçti. Bir şeyler öğrendiğim herkes ve tüm eski öğrenciler farklı noktalar üzerine farklı şeyler söylüyorlardı. Bireylerin anlama yetenekleri farklı olduğundan, bir teknik gördüklerinde muhtemelen hepsi onu farklı şekilde anlıyorlardı. Bu yüzden O-Sensei’nin aynı tekniği tekrar göstermesini beklemekten daha iyi bir seçenek olmadığını düşünüyordum

O-Sensei’nin son yıllarında Aikido veya Budo üzerine konuşurken Kotodama ve manevi dünyadan bahsettiğini görüyoruz. O zamanlar uchideshi olanlar onu anlıyorlar mıydı?

Hayır, sanmıyorum. En azından ben dahil genç uchideshi’ler onu anlamıyorduk. Dojonun tüm pencerelerinin açık olduğu kış sabahları konuşmalarını dinlemek bizim için çok zor oluyordu. Bir an önce antrenmanlara başlayacağını umuyorduk. Güneşli günlerde sıcaktan uyuyamazdık ve seiza oturarak uyuyabildiğimiz için gururlanırdık (Gülüşmeler). Sanırım onun konuşmalarını anlayanlar muhtemelen din odaklı insanlardı. Ne dediğini anlayamadığımızdan değil, onu anlamaya çalışmadığımızdan. Savaştan sonra doğan gençler, eski olan her şeye karşı olma eğilimindeydiler ve bu nedenle hiç türbe ziyareti yapmazlardı. Japonya’nın düşünme biçimi eski olduğu için savaşı kaybettiğini düşündük. Japonya’yı yeniden inşa etmek için yeni şeyleri benimsememiz ve yeni bir yöne gitmemiz gerektiğini düşünecek kadar küstah davrandık. Bazen O-Sensei’nin o sırada ne hakkında konuştuğunu düşünüyorum ve şunu ya da bunu kastetmiş olabileceğini tahmin ediyorum. Keşke onu daha dikkatli dinleseydim ama artık çok geç.

Hiç O-Sensei’yi denediniz mi?

Daha önce de söylediğim gibi, dojoya girdiğimizde ortam arkadaş canlısıydı ve herkesin çok fazla boş zamanı varmış gibi görünüyordu ve genel ruh hali rahattı. Dersten sonra, deneyimli öğrenciler bazen gece geç saatlere kadar O-Sensei’yi test etmeye çalıştıklarını ve başarısız olduklarını anlatırlardı. Bu yüzden O-Sensei’ye karşı şansımı denemek hiç aklıma gelmedi. Ondan uzun bir süre sonra, O-Sensei’ye kılıç çalışmalarında eşlik ederken, bir an şimdi denersem ona vurabileceğim düşüncesi zihnimde şimşek gibi çaktı. O anda O-Sensei’nin gözleri büyüdü ve bana baktı. Ne zaman bir şeylerin peşinde olsak, O-Sensei hemen aklımızı okuyabiliyormuş gibi görünüyordu.

Bokken veya mızrak kullanımını O-Sensei’den mi öğrendiniz?

Eskiden öğrenciler arasında Judo ve Kendo’da yüksek rütbeli birçok insan varmış. Sanırım bu yüzden kılıç tutmayı ya da mızrak tutarken doğru duruşu öğretmesi gerekmiyordu. Görünüşe göre, bu silahların kullanımı hakkında zaten bilgi sahibi olanlara daha gelişmiş bir şey öğretmeye çalışıyordu. Ben O-Sensei’ye uke olarak hizmet etmeye başladığımda bokken ve jo kullanma konusunda deneyimli değildim. Başlangıçta kafam çok karışıktı. Deneyimli öğrencileri taklit ederek ve diğer öğrencilerle pratik yaparak çalıştım. Öğrenciler arasında İai uygulayan veya Kendo’da üst sıralarda yer alan birçok kişi olduğu için onlardan da öğrendim. Bazı kişiler gizlice bokken ve jo çalışmak için başka dojolara giderlerdi. Her halükarda, diğerlerinden daha hızlı, daha güçlü olmak ve onlardan bir adım önde olmak gibi saf bir arzuyla eğitildik. Ancak Aiki Ken diğer Budo’ların kenlerinden çok farklıdır. O-Sensei’nin kılıç kullanışı, bizde derin bir etki bıraktı ve eğitimimizin temelini oluşturdu.

Size Aiki Ken, Jo ve İai hakkında birkaç soru sormak istiyoruz. Bazı Aikido hocaları Ken ve Jo’nun çok önemli olduğunu söylese de bu silahların gerçekten öğretildiği sadece birkaç dojo olduğunu sanıyorum. Sensei, sizce Aikido’da Ken ve Jo’nun önemi nedir?

Bence O-Sensei’nin jo’su bizim Jodo (Çn: Uzun sopa -Jo- üzerine çalışan savaş sanatı) diyeceğimiz şey değil, daha çok mızrak (yari) idi. Eski dojoda yatay bir kalasın üzerinde 5.4 metre saplı bir talim mızrağı vardı. O-Sensei’nin eski günlerde bu mızrakla çalıştığını düşünüyorum. Kont Gombei Yamamoto’nun O-Sensei’nin mızrak tekniklerini gördüğünü ve onu Meiji Restorasyonu’ndan bu yana en iyi mızrakçı olarak övdüğünü söylüyorlar. Özellikle keyfi yerindeyken, bize samandan bir pirinç torbasını delip uçurması gibi hikayeler anlattı. Daha sonraki yıllarda, teber (baltalı kargı) benzeri ucu olan bir jo veya normal bir jo kullandı. Ken kullanırken sağ hanmi (duruş) kullanılır, mızrakta ise sol hanmi olduğu varsayılır. Muhtemelen, bu ikisini birleştirirseniz, bir olurlar. Ken ve mızrak, savaşçı (bushi) sınıfının karakteristik silahları olarak kabul edilir. Aikido’da ken ve yari’yi kendi bedenimizin bir uzantısı olarak görmemiz gerektiğini ve kendi ellerimiz gibi hissedene kadar pratik yapmamız gerektiğini öğrendim. Kimsenin yemek yerken yemek çubukları kullanmanın bilincinde olduğunu düşünmüyorum. Benzer şekilde, antrenman sırasında elinizde bir ken tuttuğunuzu bile unuttuğunuz bir noktaya gelirseniz iyi olur. Kendo’da “ken ve beden bir olur” veya “içine girerek Ken’in kendisi olursunuz” gibi ifadeler sıklıkla kullanılır. Ama bence sonuç aynı. Bence farklı olan sadece düşünme şekli. Aikido’ya silahsız dövüş sanatı denir ama savaşçılar her zaman yanlarında kılıç ya da mızrak taşıdıkları için bu silahları acil durumlarda kullanmaları doğaldır. Aikido teknikleri, kılıca karşı kılıç teknikleri, kılıca karşı boş el teknikleri ve boş el teknikleri olacak şekilde tasarlandı. Kılıç tekniklerini elim boşken uygulayabilirim ve uyguladığım tekniklerin doğru olup olmadığını test etmek için de boş el tekniklerini kılıç kullanarak uygulayabilirim.

Nishio, Chiba ve Kanai Sensei’ler ve sizin gibi 25 – 30 yıl önce Aikido’ya başlayan tanınmış öğretmenler Hombu Dojo dışında İai çalışıyorlardı. Çalıştığınız ekol Omori-ryu muydu?

Bu doğru. Iaido’yu ilk kez Danzaki Sensei’den öğrendim. Yanlış hatırlamıyorsam eskiden “Katsuragawa” adında bir sumo güreşçisiydi. O-Sensei’nin bir tanıdığıydı. Oğlu Aikido’ya başladı ve ben de ona öğretmeye başladım. Bu şekilde Danzaki Sensei’den eğitim aldım.

Bu hangi yıldı?

Bakalım hangi yıldı? Beyzbol oyuncuları Bay Hirooka, Bay Arakawa ve Bay Sadaharu Oh’un Aikido pratiği yaptıkları ve ayrıca Jun’ichi Haga Sensei’den Iai öğrendiği zamanlardı. Haga Sensei, sık sık Hombu Dojo’ya geldiği bu dönemden sonra vefat etmişti. Boş zamanlarımızda kendisini ziyaret eder, değerli konuşmalarını dinler, bazen bize yemek ikram edilirdi. Haga Sensei çok korkutucu olmakla ün yapmış olsa da bize karşı oldukça nazikti.

O-Sensei’nin Hombu Dojo’da özel bir ders verdiği bir film var ve sonunda Haga Sensei beliriyor. O günle ilgili bir şey hatırlıyor musun?

Evet, Haga Sensei’nin Iai’sini ilk kez o zaman görmüştüm. O zaman bunun gerçek Iai olduğuna ikna olmuştum. Bende bu sanata başlama isteği uyandırdı. O zamanlar Swiss Airlines’ta çalışan bir beyefendi Japonya’ya her gelişinde özel Aikido dersleri alırdı. Bence o film, ülkesine döndüğünde pratik yapabilmesi için onun isteği üzerine çekildi. O zamanlar bir filmde görünmek nadirdi. Hepimiz hevesli görünmüyor muyuz? Haga Sensei o gün dojoyu ziyaret etti ve O-Sensei’nin isteği üzerine birçok hızlı hareketle bir Iai kata gösterdi. Şimşek hızında bir performanstan sonra utanmış gibi mahcup sırıtışını hala hatırlıyorum. Bu film muhtemelen 1958 veya 1959 civarında çekildi.

Jun’ichi Haga Sensei 1908-1966

Kovboy şapkalı iki Amerikalı’nın Japonya’ya geldiği bir başka ilginç film daha var. O filmle ilgili bir şey hatırlıyor musun?

Yanlış hatırlamıyorsam, Amerikan personelinin kendilerini eğitmek için güreşçi olarak dolaştıkları bir televizyon programıydı. O zaman Tohei Sensei en yüksek rütbeye sahip baş eğitmendi. Savaştan önce ve savaş sırasında pratik yapan eski deshiler artık Hombu’da değildi, bu yüzden sadece bizim gibi genç öğrenciler vardı. Gerçekten endişeliydik çünkü Tohei Sensei kaybetmiş olsaydı, O-Sensei’den onun yerine geçmesini isteyemeyeceğimizi biliyorduk (Gülüşmeler).

Sizce diğer Budo öğretmenleri neden O-Sensei’nin kılıcını eleştirdi?

Lütfen bu soruyu O-Sensei’nin kılıcını eleştirenlere sorun (Gülüşmeler).

Peki ya İai çalışanların görüşü?

Iai veya Kendo’daki kullanımına kıyasla, muhtemelen Aikido’daki ken anlayışının farklı olduğunu düşünüyorum. Babam Kendo öğretmeni olduğu için bu sanatta biraz tecrübem oldu. Görünüşe göre Aiki Ken’in kullanımı Kendo’daki kılıçtan tamamen farklı. O-Sensei’nin kılıç tekniklerini gözlemlerken bazen hareketleri bize yavaş görünürdu ama karşısındaki partneri öyle hissetmezdi. Ona vurmaya çalıştığımızda sakin gözümüzün önündeki kişinin kaybolduğunu hissederdik. Önce şaşırmış ve sonra O-Sensei’nin hamlesiyle kesilmiştik.

Daha önce bahsettiğim Haga Sensei, Hakudo Nakayama Sensei ve O-Sensei’nin yegane öğretmenleri olduğunu ilan etmişti. Haga Sensei’ye filanca 8. dan hakkında soru sorduğumuzda, “Tekniği berbat!” gibi şeyler söylerdi. Herhangi bir yari (mızrak) eğitmeninden bahsettiğimizde gülerdi ve onunla bir maçta vücuduna (do, 胴) ve bileğine (kote, 籠手) bolca vuruş yaptığını anlatırdı. Onun gibi çoğu Sensei’yi hafife alan bir kişiye, O-Sensei hakkında bir şeyler sorduğumuzda: “Mmm, sıradan insanlar onu anlayamaz. Görüyorsun Tamura, insanların onu anlayamaması doğal. Onu kendim test edene kadar ben de onun sahte olduğuna inanırdım” demişti. Haga Sensei’nin yorumundan hocamızın gerçek gücünü anladık.

O-Sensei ve Haga Sensei’nin gerçekten hiç karşı karşıya geldiler mi?

Evet. Haga Sensei, 24 ya da 25 yaşlarındayken Kendo’da Japonya şampiyonuydu. O zamanlar İmparatorluk Muhafızlarının Kendo eğitmeniydi. Sık sık Aikikai’yi ziyaret ederdi ve O-Sensei tarafından yemeklere davet edilirdi. Kendisi gibi genç bir adamı misafir etmesinden dolayı O-Sensei’nin bir sahtekar olduğunu düşündüğünü söylemişti. Bir gece geç saatlerde Shinjuku’da içki içmeye karar vermiş ve hatta İmparatorluk Muhafızı üniformasıyla dışarı çıkması uygun olmayacağı için Bayan Ueshiba’dan O-Sensei’nin kıyafetlerini ödünç vermesini istemişti. O zaman Kore’deki bir polis departmanına nakledileceği biliyordu ve Japonya’dan ayrılmadan önce O-Sensei’yi gerçek yeteneğini göstermeye zorlayabileceğini düşünmüştü. Bu yüzden O-Sensei’ye meydan okumuştu. O-Sensei bunu hemen kabul etti ve birlikte dojoya gittiler. O-Sensei ona, “Herhangi bir tahta kılıcı al ve bana vur” dedi. Ardından O-Sensei’nin dojoda dolaşmaya başladı. Haga Sensei’nin ona vurmaya çalıştığı ancak başarılı olamamış ve sonunda pes etmiş. Haga Sensei bu olayı bana anlatırken güldü ve bir buçuk yıllık uygulamadan sonra hiçbir şey öğrenemediği için pişman olduğunu söyledi. Sonunda O-Sensei’nin gerçekte kim olduğunu anlamıştı ama artık çok geçti.


Ç.n: Bu noktadan sonra röportajın devamı varmış gibi görünse de hiç bir kaynakta devamını bulamadım. İlerleyen zamanlarda bulursam, çevirisini yapıp devamına eklerim.

Asıl Metnin Çevirisi: Ikuko Kimura ve Stanley Pranin
Kaynak: Taking Ukemi for Morihei Ueshiba: Interview with Nobuyoshi Tamura / Aikido Journal

Çeviri: Oğuzhan Yılmaz
Fotoğraflar: Aikido Journal

Leave a comment

0/100

Total
0
Share