Son zamanlarda bir keyiflilik hali var üzerimde. Rutinlerim sekmeden devam ediyor, dojoda bol zaman geçiriyorum. Yapılacak işler listesine tikleri atarken bir keyif ki sormayın gitsin. Liste bitmiyor ama tüm o işlerin arasında, bir yandan da kitaplar ardı ardına geliyor. Geçenlerde bir sahafa girip bir sürü kitapla çıktım. Birinin kapağını notlarla kapatırken, diğerinin altını çizmeye başlıyorum. Yazacak konuların listesi de uzuyor tabi bu arada.
O kitaplardan bir tanesini hala okumaya devam ediyorum. Ama kitabın şu ana kadar okuduğu kısmı beni o kadar keyiflendirdi ki hemen paylaşmak istedim. Cem Şen’in “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatında Zen” kitabından bahsediyorum. İlk basımı Dharma Yayınlarından ta 1996’da çıkmış. Evet ben daha yeni keşfediyorum.
Cem Şen uzak doğu öğretilerini ve zeni, çevirileri ve kitaplarıyla bizim dilimize kazandıran önemli isimlerden. Bir diğeri de kitapta yazılarından alıntılar yapılan İlhan Güngören. E tabi konu zen , taoculuk gibi uzak doğu disiplinleri olunca, kitapları çevirenlerin işi ayrı bir zor oluyor. Zaten çizmekle yazmak arasında bir dengeyle kendini ifade eden çekik gözlü dillerde, aynı anda hem siyah hem beyaz olabilen imaların içinden konuyu anlamak, sadece dili bilmekle olacak şey değil. Kültürü tanımak, geçmişi bilmek ve öğretiyi hali hazırda deneyimliyor olmak gerekiyor ki kendi insanına anlatabil. Keza dili bilsen, kalksan gitsen, tırmansan dağa, bulup en aydınlanmışından ustasına sorsan, bir cevap verir kendi adını unutursun, bin kere kafan karışır geri gelirsin. Sonra oturursun mindere, şöyle bir yarım ömür falan. Ondan sonra…hımm ondan sonra n’olur onu ben de bilmiyorum. Ama üstatları saygıyla selamlıyorum.
Ustalarının, insana ismini unutturan garip cevaplar verdiği bir öğreti üzerine konuşurken o budur, şu şöyledir diye hayatın anlamı üzerine ahkam kesmenin anlamsızlığını anlamış olacak ki Cem Şen, kitabını keyifli bir sohbete çevirmiş. Bir ressamın sanat eseri tablosuysa bir düşünürün eseri ise yaşamıdır demiş. Tabi ki yaşamını bir sanata dönüştüren, her nefeste hayatı ve kendini bilerek adım atan insanın dolmuşa binişi bile bir sanat olur o zaman. İnerken binerken, işe giderken, evde bulaşık yıkarken keşfeder hayatın ikilemlerini ve onları “bir” olarak yaşamanın yollarını.
O ikilemlerden bir tanesi cennet ve cehennemdir elbette. Bu konuda elimizdeki bilgiler iki ayrı kavramdan bahsettiğimizi söyler bize. Bildiğimiz dinlerin hemen hepsi yaşadığımız dünyanın geçici ve yalancı olduğunu söyler. Bu yaşam dünyevi arzularımızı ateşlemekte ve bizi asla tatmin olmayacak bir arzunun peşinde koşmaya yönlendirmektedir. Hep elde edilecek bir şey vardır. Bu bazen daha büyük bir ev, daha hızlı bir arabayken bazen bir başarı, bir sevgili ya da paradır. Tüm dinler bunların yalan olduğunda, önemli olanın, gerçek olanın ise öbür taraf, yani ölümden sonraki hayat olduğunu söyler. Bu hayatı sadece öbür tarafta daha iyi bir yer edinmek için yaşarız. Bu dünyada test edilmekteyizdir, davranışlarımız sebebiyle öbür tarafta sonsuz mutlulukla ödüllendirilecek ya da ateşler içinde cezalandırılacağızdır. O yüzden bu dünyada ne yaptığımız öbür tarafta başımıza gelecekleri belirleyecekleri için önemlidir.
Budacılık ya da Tao gibi uzak doğu öğretileri de başta aynı şeyi söyler. Bu dünyanın yalancı ve geçici olduğunu onlar da anlamışlardır. Bu geçici, bizi elma şekeriyle kandıran, bakıp görebileceğin her alanı dolduran döngüye “samsara” derler. Herşey samsaradır. Dinler kurtuluşu ölümden sonrasına atarken, doğu öğretileri aydınlanma der. Şimdi, bu yaşamda ve dünyada, şu anda aydınlanmaktan, samsaranın farkına varmaktan ve onun ötesinde bir yaşam sürmekten bahsederler. Bu aydınlanma durumuna verilen isimdir “satori”. Belki de cennette bir yaşam sürmekle aynı şeydir ama cennet ölümden sonrasında ve bulutların üstünde değil şu anda ve buradadır. Her insanın içinde, doğasındadır. Sadece keşfedilmeyi beklemektedir. Bu keşfi yapmak içinse zihnin bilenmesi, farkındalığın yükselmesi gerekir. Bu noktada konumuz onlarca belki de yüzlerce patikaya ayrılır. Dinlerin ve farklı öğretilerin, farklı yöntemleri vardır.
Bu yöntemler arasında bir karşılaştırma yapmak “karateci mi döver aikidocu mu” sorusu kadar anlamsız geliyor bana. Zaten bu tartışmayı zamanında taraflar din savaşlarına kadar götürmüş ama bir sonuca ulaştıramamışlar bence. Herkes kendi yolunu tek başına yürür. Tüm bu gerçeği görme, idrak etme, aydınlanma çabalarının ya da iyi bir dindar olup yaratıcının emirlerini bizi yanına alması için doğru biçimde uygulama çabalarının içinde tercih ne olursa olsun, insan adım adım yolunda ilerler ve sonunda öyle ya da böyle bir yerlere ulaşacağı kesindir. Bu yüzden terimsel detayları ve yüzeysel görünümleri kenara bırakıp, satır aralarına bakabildiğimiz zaman, her hangi bir yorumun ya da bilginin insanın birkaç adım önünü aydınlatabilmesinin mümkün olduğunu düşünüyorum. Böylece yolda yürürken manzaranın tadını çıkarabilirsin. İşte İlhan Güngören’in cennet ve cehennem, başka bir değişle samsara ve satori üzerine aşağıya eklediğim yorumu böyle bir tat oldu benim için. Üstat şöyle demiş;
“Eskiden şimdi olduğu gibi televizyon yoktu; hatta radyoda bile bir, bilemedin iki kanal vardı. Biz de öğrencilik yıllarımızda Ankara radyosunu dinlerdik. Bu yayınlar akşam erken saatlerde biterdi. İşte o zaman bir bakardık, aynı frekansta karşımıza Moskova radyosunu yayınları çıkıverirdi. Oysa Moskova radyosu daima oradaydı. Ama bizim onu almamız için görece daha güçlü frekansa sahip olan Ankara radyosunun yayınının bitmesi gerekirdi. İşte satori de böyle bir şey. Her zaman burada ve bu anda. Ama samsaranın frekansı daha güçlü. Eğer bizler gerek meditasyon, gerekse bir tür objesiz bilinçlilik yardımıyla satorinin frekanslarını güçlendirirsek, o zaman satori durumunda yaşamaya başlayabiliriz. Yani satori uzakta bir yerde değil, hep buradadır. İşte bu nedenle satori ve samsara aynı şeydir.”
İlhan Güngören
4 Yorum
Brajeshwari
çok güzeldi :)
Seviniyorum bunları paylaşmana…
ergül akyürek
bu yaziyi okumak bana cok iyi geldi…:)yeni yilin ilk saatlerin de ,saat 3 gibi ben bu durumu kendi bakis acimla anlatiyordum. bukadar cabuk karsima böyle bir yazi cikabilecegini düsünmemistim .okuyunca daha cok anlam katti .paylastigin icin tesekkür ederiz..
TAMER CAMKIRAN
Satori google deyince bu yazı çıktı Oğuzhan hoca, iyi ki yazmışsın:)
Oğuzhan Yılmaz
Ne mutlu bana :) 2011’de yazmışım. Şimdi tekrar okudum. Şöyle bir elden geçirip, görseli düzeltmekte fayda var. Teşekkürler Tamer hocam, saygılar sevgiler.