Savaş, ilk bakışta çok basit gibi gelen, sivillerin ya da daha doğrusu Savaşçı olmayanlar ile Savaşçıların farklı şeyler anladığı oldukça derin bir konu. Kavram kargaşası da aslında buradan çıkıyor. Bu kavram, her zaman aklımıza silahı, ölümü ve korkuyu getirmesine ve “modern insan” tarafından kötü ve tükaka kabul edilmesine rağmen, hasta olan her insan vücudundaki mikroplarla savaşmak ve büyük bir zaferle ayrılmak istiyor. Hayatını uzatmak ve daha performanslı bir yaşam sağlamak için bin bir türlü ilaç alıyor, sağlıklı beslenmeye, spor yapmaya ve stres ile başa çıkacak yöntemler geliştirmeye çalışıyor.
Aslında her canlı dünyaya gelebilmek için bir savaş verir. Doğduktan sonra da hayatta kalabilmek için bu savaşın içerisinde en iyi olmak için elinden geleni yapar. Daha birkaç günlükten itibaren her türlü mikropla, hastalıkla başetmeye çalışır. Bazen kazanır bazen kaybeder. Kazanan vücutlar yeni mücadelelere katılmak için daha güçlü bir şekilde yollarına devam eder. Okula başlar, aşık olur, aile kurar, çalışır, yine savaşmaya devam eder. Hayat aslında sadece mücadelenin hüküm sürdüğü ve ne yazık ki sadece güçlülerin -güç kavramı zaman, mekana ve duruma göre değişse de- kazandığı bir süreçtir.
Böyle bakıldığında savaş, yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır. İsterseniz dünya işlerinden elinizi eteğinizi çekip, budist rahipler gibi bir tapınakta yaşayın, yine doğanız gereği savaşırsınız. Yaşam bittiğinde ise müsadele sadece sizin için biter. Nice filozof, asker veya sanatçı hepsi şunu söyler “Savaşı en çabuk, en az zarar verecek şekilde bitir”. Aslında tüm savaş sanatlarının temel felsefesi de budur. Bu bazen kaçmayı, bazen kaçınmayı, bazen susmayı, bazen saldırmayı bazen de savunmayı gerektirir. Bunlar en temel stratejilerden bazılarıdır ve her canlı bu stratejileri (bazıları farkında olmasa da) kullanır.
Savaş Sanatı
Savaş Sanatının dilimizde iki farklı anlamı var. Birincisi Sun Tzu’nun kitabında anlattığı savaşın taktiksel ve stratejik tarafı. Diğeri ise Aikido, Karate, Wing-Tsun, Kendo, Systema vb. gibi kişisel uygulamalar, yani operasyonel tarafı. Bunlar birbirini doğuran ve tamamlayan iki kavramdır.
Savaşı veya Savaş Sanatı kavramını anlamanın belki de en iyi yolu bu disiplini çalışmaktan geçiyor. Batılıların yani Avrupa ve Amerikalıların anlamaları kültürel olarak çok daha zor olmasına rağmen (onlara çok otantik geldiğinden belki de) Savaş Sanatı üzerine çok yazıp çizmişler. Ama bizim gibi savaşçı doğu toplumlarının anlamaları aslında çok daha kolay. Japonlar Savaş Sanatlarına Budo diyorlar . Budo’nun hayata uygulanmasına da Savaşçının Yolu, yani Bushido.
Savaş, ağızdan çıktığında anda akla ölümü, acıyı, korkuyu ve üzüntüyü getiren, her zaman lanetlenen olumsuz kelimeler arasında belki de en meşhuru. Sanat ise insanın doğaya belki de en çok yakınlaştığı, yaratım sürecinin en rafine hali, farklı kültürlerden insanları bir araya getirebilen ve aklımıza her zaman olumlu düşünceler getiren bir başka kavram. İnsanlar bana her zaman, birbirine bu kadar zıt iki olguyu nasıl bir arada kullanabildiğimi sordular. Halbuki Savaş Sanatı binlerce yıllık geçmiş olan bir tamlamaydı. Ama nedense sanki ben uydurmuşum gibi insanlar, Savaşın Sanatı mı olurmuş, olsa olsa Savunma Sanatı ya da daha kötüsü Dövüş Sporu şeklinde düzeltmelerle karşıma çıktılar.
Savaş sanatlarındaki bu sert gibi görünen bakış açısını yumuşatmak amacıyla “kendini koruma” (self defence) kavramı ortaya atılmış. Çünkü insanoğlu kelimelere çok önem verir ve bir şeyin adını değiştirdiğinizde sanki arkasındaki tüm olgu değişecekmiş gibi düşünür. Kendini koruma yöntemleri temelde bir veya birden fazla kişi karşısında silahlı veya silahsız korunmayı amaçlar. Ama işin derinine indiğinizde savunma ile hiç alakası olmadığını görürsünüz. “Self Defence” derslerinde ilk öğretilen şey gard alma değil yumruk atmaktır. : )
Savunma ise sadece savaşta bir stratejidir, bir tepki değildir. Verem olduğunuzda ben savaşa karşıyım diyerek bir kenara çekilip veremin sizi etkilememesini bekleyemezsiniz. Ya savaşırsınız ya ölürsünüz. İşte savaş sanatı bu noktada devreye girer ve aslında size savaşmayı öğretmez. Size kullanacağınız stratejileri öğreterek sizi bir savaşçıya çevirir. Savaş belki kötüdür ama yaşamın vazgeçilmez bir gerçeğidir. Ve bu gerçeği görmezden gelmek aptallıktan başka bir şey değildir.