Savaş sanatlarından söz ettiğimizde, zihinsel bir eğitim sürecinin fiziksel tekniklere derinlemesine eşlik ettiği konusunda hem fikir olduğumuzu düşünüyorum. Aksi halde bu blog sayfalarını okuyor olmazdınız muhtemelen. Aslına bakarsanız bence eğitimi zihinsel ve fiziksel olarak ikiye bölmek pek mümkün değil. Keza bu zihninizi bedeninizden çıkarıp, kenarda bir havuzda 100km bakımı yapmak gibi bir şey olurdu sanırım. Aksine özellikle geleneksel Japon sanatları söz konusu olduğunda zihin, tüm bedeni, deneyimi, yolu, öğretiyi ve nihayetinde anda gerçekleşen herşeyi kapsar.
Konuya böyle baktığımızda elimizdeki en güçlü enstrumandır zihin. Peki biz onu nasıl kullanacağımızı biliyor muyuz ya da onunla neler yaptığımızın farkında mıyız?
Bir bakalım. Çoğumuz için Sherlock Holmes macera dolu bir klasik, etkileyici bir seri ya da eğlenceli bir boş zaman doldurma aktivitesi olabilir. Peki ya usta dedektif Bay Holmes ve sıkı yoldaşı Dr. Watson’nın maceraları, aslında başlıbaşına bir eğitimse ve bu eğitim hayatın her alanında işimizi kolaylaştırabiliyorsa? O zaman konuya biraz daha detaylı eğilmek gerekir elbette.
Okuyanların izleyenlerin bildiği üzere Bay Holmes, farklı bir zihin yapısına sahiptir. Dikkat ettiyseniz özel demedim çünkü bu aslında eğitim ve disiplinle elde ettiği bir özelliktir. Gelişmiş gözlem becerisi dışarıdan aldığı verileri, zihnin çatı katı dediği alanda özenle ve dikkatle düzenlenmiş ve arşivlenmiş bilgilerle hızla eşleştirerek ihtiyaç duyulan sonuca ulaşır. Oldukça başarılı bu yöntem sayesinde Holmes, olayları hızla çözer. Daha sonrasında da biz zavallı takipçileri ile detayları ardı ardına paylaşmaya başlar. O anlatırken biz de aynen Dr. Watson gibi tabi ya deriz, ne kadar da açık biçimde önümüzdeymiş çözüm aslında. Nasıl görememişiz biz bunu?
İşte Sherlock Holmes Gibi Düşünmek adlı kitap bu sorumuza cevap veriyor. Sadece cevap vermekle de kalmıyor, bizi kendi zihnimizin çalışma yöntemi hakkında aydınlatıyor. Çok fazla detay verip okuma zevkinizi ve bu çalışmadan alacağınız sonuçları etkilemek istemem. Ancak bir iki detay iştahınızı kabartabilir sanırım.
Öncelikle Bay Holmes’un sahip olduğu bu üstünmüş gibi görünen özellik aslında bir kurgu değilmiş meğer. Ben bunu bilmiyordum mesela. Kahramanımızın yaratıcısı olan Sir Arthur Conan Doyle, gerçek hayatta bir çok yasal süreç için danışmanlık yapmış ve Bay Holmes’un yöntemiyle bir çok davaya çözüm bulmuş. Hatta geçmişte haksız yere suçlanan kişilerin temize çıkmalarına yardımcı olmuş. Conan Doyle’ın çocukluk idollarinden biri, yazıları ve tıp bilimine katkılarıyla ünlü filozof doktor Oliver Wendell Holmes, muhtemelen yarattığı karakterin isim babası olurken, dedektifin karakteri ise başka bir akıl hocası olan ve yakın gözlem yeteneğiyle isim yapan Dr. Joseph Bell’den esinlenmiş. Böyle doğmuş Holmes karekteri.
Dr. Watson ise kesinlikle öykülere neşe katsın diye konulan bir karakter değil. Elimizde iki farklı zihin durumu var. Biri Holmes zihni; düzenli ve disiplinli çalışıyor, kendini belirli bir yöntemle sürekli eğitmiş ve o yöntem artık doğal haline dönüşmüş. Ancak Holmes zihni daha fazla enerji yakıyor çünkü sürekli aktif halde. Halbuki biz insancıkların zihni her bulduğu fırsatta enerji tasarrufu yapmayı sever. Çünkü beyin en çok enerji yakan organımızdır. Zihin dinlenme moduna hızla geçerek ya da çalışması gereken durumlarda önceden hazırladığı ezberlere, alışkanlıklara başvurarak daha az enerji yakmaya çalışır ve bu sırada da bir çok detayı kaçırır, öğrenme ve gelişme yavaşlar, hatta bir süre sonra durur. İşte bu da ikinci zihin durumu oluyor ve bize Dr. Watson’la ifade ediliyor. Elbette Dr Watson zihni çalışmayı bırakmış, tembel bir beyin değil. Ancak olaylara yaklaşım şekli ve hikaye içindeki rolü, alışkanlık zihnini çok başarılı biçimde ifade ediyor.
Bu muhteşem ikili sürekli bir arada hareket ediyorlar. Çünkü gerçekte bizim zihinlerimiz de bu iki yapı arasında gidip geliyor. Biz fark etmesek de ikisine de sahibiz aslında. Doğru çalışma, odaklanma ve disiplinle Holmes zihnini geliştirip, Watson zihninden de çok daha fazla faydalanabilir hale gelmemiz mümkün. Çalışırken daha verimli ve etkin olup, daha kolay ve kısa sürede dinlenmenin ve tazelenmenin yollarını öğrenebiliriz.
Holmes zihni ile Watson zihni arasında ise karşımıza çok önemli bir kavram çıkar; zihnin çatı katı. Bu çatı katı her iki zihin durumunun da aktif olarak başvurduğu kaynaktır. Farkı yaratan, çatı katını nasıl düzenledikleri ve kullandıklarıdır. Biz çoğunlukla günlük hayatımız içinde nelerin zihnimize girdiğine ve depolandığına bilinçli biçimde dikkat etmeyiz. Hatta belki çoğumuzu aklında böyle bir şeyin mümkün olduğuna dair bir fikir bile olmayabilir. Oysa Bay Holmes, aktif gözlem ve zihnin bilimsel yöntemi ile çatı katını kusursuz bir arşiv haline getirir, sürekli düzenli tutar, rafların tozunu alır ve böylece elini attığı gibi istediği dosyayı bulur.
Bu şahane kitap, daha okurken sizi bu çalışmanın içine sokarken, zihnin yapısı ve kullanma yöntemleriyle ilgili bir çok bilgi veriyor. Öyle ki sadece kitabı bitirmek bile farklı bir bakış ve çok emin olduğunuz konulara dair olumlu bir şüphe geliştirmenize yardım ediyor. Keza hepimiz sürekli bir çok şeyden eminiz. Ama acaba öyle miyiz?
Kendi adıma bunun ufak bir ispatını yapacağım şimdi size. Bu benim için oldukça şaşırtıcı bir deneyim oldu ve etkisi halen devam ediyor. Aikido hakkında konuştuğumda anlatmayı çok sevdiğim bir hikayem vardı. Şimdi size bizzat yazdığım iki ayrı yazıdan iki bölüm sunacağım:
“Yeni Başlayanlar İçin Star Wars” başlıklı yazıyı 2010 yılında yazmışım. Şöyle bir kısım var:
…Sonra sensei (Massimo di Villadorata Sensei) dört parmağını omzuma koydu ve bana ayağa kalkmamı söyledi. İşte eğlence o an başladı. Yaklaşık 2 dakika boyunca, o 4 parmağın altında minderde yuvarlandım durdum. Var gücümle itmeye, ayağa kalkmaya çabalasam da, tek yaptığım dönüp tekrar düşmek oldu. Çünkü gerçekte elini itmeye çabalarken aynı anda ayağa kalkmak içinde yeri itiyordum. Massimo Sensei ise omzumu kullanarak omurgamın açısını değiştiriyor ve bana baskı uygulamadan gücümü doğru yere vermemi engelliyordu. Düşünün, üzerinizde ağır bir cisim yok, bir şey hissetmiyorsunuz ama bir türlü ayağa kalkamıyorsunuz. Korkunç ve komik arası bir durum….
“İkeda Shihan, Köprü ve Dostluk Semineri” başlıklı yazıyı ise 2017 yılında yazmışım. Burada da şöyle bir kısım var:
…Hatta yıllardır Aikido çalışan biri olarak ilk katıldığım seminerinde, Shihan’a olan saygımdan dolayı kendimi bıraktığıma, bir şekilde anlamsızca yere düştüğüme emin olmuştum. Sonra karşısına geçip var gücümle direnmeye karar verdiğimde, beni nazikçe yere oturtup elini omzuma koydu ve ayağa kalkmamı söyledi. O an her şey açıklığa kavuştu. Keza kalkmayı her denediğimde nazik bir dokunuşla dengemi bozup diğer tarafa düşmeme sebep oluyordu. Ne kadar zorlasam da tek yaptığım omzumdaki elin altında sağa sola yuvarlanmak oldu. Evet kesinlikle ikna oldum.
Bunu fark ettiğimden beri İkeda Shihan ile yaşadığım deneyimi çok net hatırlıyorum. Ama ne kadar derin düşünürsem düşüneyim, ondan 7 yıl önce Massimo Sensei seminerinde olanları hatırlamıyorum. Üstelik seminerden hemen sonra yazdığım başka bir yazıda da böyle bir deneyimden bahsetmemişim bile. Ama dikkat edin 2010 yılında çok daha detaylı yazmışım konuyu. 2017’de ise daha kısa kesmişim. Aynı olay iki kere olmuş ve ben ilk defa olanını anında unutmuş olabilir miyim ? Belki de unuttuğum olayı İkeda Shihan semineriyle birleştirdim. Garip tarafı bu hikayeyi İkeda Shihan ile yaşadığıma hala çok eminim. (bknz: Dr Watson zihni) Ama Boş Ayna durumu farklı gösteriyor. Zihnimin içinde tüm bunlar olup biterken ben neredeydim acaba?
Henüz becerilerim Bay Holmes kadar olmadığından dolayı bu sırrı çözebilmiş değilim. Ama okuduğum bu kitap zihnimin çatı katında neler olduğuna ve bu karışıklığın nasıl ortaya çıkmış olabileceğine dair ciddi ipuçları verdi. Üstelik istediğim bilgiye istediğim zaman ulaşabilmem, istemediğim bilgileri içeri almamam ve çatı katımın temiz ve düzenli kalmasını sağlayabilmem için harika bir rehber oldu.
Bir Zen deyişi her düşündüğüne inanma der. Şimdi bir bakın bakalım düşünceleriniz gerçekten sizin mi? Zamanla sizden habersiz neler eklenmiş neler çıkmış olabilir acaba? Sonra bir de şöyle düşünün; bir Aikido seminerine katıldığınızda sensei’yi tam performansla çalışan bir Holmes zihniyle izlemeyi başarabilseniz neler olur?
Evet evet hepimiz zaten öyle yaptığımızı düşünüyoruz, değil mi Bay Watson?