Yalnız Değiliz
İnsanlar olarak sıkıntılarımızla başa çıkma konusunda oldukça kötüyüz sanırım. Kendimizi biraz daha olduğumuz gibi kabullensek, çevremizle uyumu olduğumuz gibi, etraftakileri değiştirmeden gerçekleştirmeye çalışsak, hatta gerekiyorsa kendimizi biraz değiştirsek orta yolu bulamaz mıyız? Sürekli bir kargaşa içinde yaşamak zor değil mi?
İşin sırrı beklentilerde sanırım. Kendimizden pek bir şey beklemeyip hepsini etrafımıza yönlendiriyoruz. Evrenin ne kadar büyük olduğunu, bizlerin onun içinde şu sadece perde aralığından içeri sızan ışık sayesinde havada dans ettiği fark edilebilen toz zerrecikleri kadar hatta belki daha bile küçük olduğumuzu unutuyoruz. İsteklerimizi dizginlemeyi öğrenmek için biraz etrafımıza bakınmak yeterli olabilir. Örneğin yaşadığımız gezegeni paylaştığımız diğer tozcukların sıkıntılarla nasıl başa çıktığına hiç baktınız mı?
Evimiz dediğimiz gezegeni milyonlarca farklı türün bireyleri ile paylaşıyoruz. Kimileri bize çok uzak; kimileri ise hemen yanıbaşımızda. Bazıları sadece mikroskobik boyutlarda; bazılarının boyu metrelerle, ağırlığı tonlarla ölçülüyor. Neden onların hepsi kendi görevlerini yerine getirerek, uyum içinde yaşayabiliyorken “en gelişmiş canlı” dediğimiz, zekasından, becerilerinden, düşünme yeteneğinden övgüyle bahsettiğimiz insanoğlu yapamasın? Hepimiz Doğa Ana’nın ta içlerinden gelmedik mi? Hepimizi oluşturan madde aynı değil mi?
Arada bir de sadece durup onları dinlesek, gözlemlesek mesela. Doğanın bize öğretebileceği onlarca şeyin farkına varsak. Çok uzağa gitmeye gerek yok, evimizde otururken etrafa bakınmamız yeterli olur. Sadece su ve güneş alabilen bir köşe karşılığında çiçek açan, bize hayatımız için gerekli olan oksijeni sağlayan bitkilerimiz örneğin. Ya da size bizzat tanık olduğum olaylardan söz edebilmek için evcil hayvanlarımızı ele alayım.
“hayvan” deyip geçiyoruz, halbuki hepsi olmasa da evimizi paylaştıklarımız bizim için o kelimeden çok daha fazlası değil mi? Ufak ev arkadaşları olanlar beni anlamışlardır sanırım. Onlar arada düşünüyorlardır sanırım hayatlarının o canlılar sayesinde ne kadar değiştiğini. Peki onlardan neler öğrendiklerinin farkındalar mı acaba?
Ameliyat geçiren bir hayvan gördünüz mü hiç? Gerçekten ağır bir ameliyatı ele alalım; kalça displazisi olsun örneğimiz. Maalesef köpeklerde oldukça sık görülen genetik bir rahatsızlık. Basitçe bacak kemiğinin kalça kemiğinde oturması gereken çukurdan çıkması olarak anlatabilirim sanırım. Ameliyat yöntemlerinden bir tanesi kalça kemiğinin üç farklı yerden kırılarak açısının değiştirilmesi. Gözünüzde canlandırdınız sanırım, korkunç değil mi? Ağrısı, acısı filan..
Pekala bir de bunu dinleyin; bu ameliyatı geçiren köpekler anestezinin etkisi geçer geçmez ayağa kalkıyor, ameliyat olan bacaklarının üstüne basmaya başlıyor. Bir buçuk ay kadar sonra da istediği gibi koşup oynamasına izin veriliyor. Gerçekten inanılmaz. Bir insan böyle bir ameliyattan sonra yaklaşık 3 ay ayağa bile kalkamayacaktır. Bu biraz da yapabileceklerimizin farkında olmamamızdan kaynaklanıyor. Kendimize ya da belki de ameliyatı yapan doktorlara güvenmiyoruz veya inanmıyoruz.
Hayvanlar bizlerden çok daha basit düşünüyor; “yaşıyor muyum?”, “hayatımı devam ettirebilecek durumda ve sağlıklı mıyım?”, “başımı sokacak bir yerim ve karnımı doyuracak yemeğim var mı?” sorularının cevabı evet ise mutlular.
Başkalarının onlar ya da görünüşleri hakkında ne düşüneceğini umursamadan yaşayabiliyorlar. Bu defa kendi kedimi örnek vereyim. Yaklaşık 4 aylıkken bir araba arka ayaklarını ezmiş. Sol bacağındaki kırık ameliyatla düzeltilmiş, sağ ise malesef kesilmiş. Ben onu eve aldığımda kuyruğu da çoktan ölmüştü, nitekim sonunda da düştü. Kızımın adı Tripod. 4. ayağının ve kuyruğunun olmadığının farkında bile değil diyebilirim. İstediği her şeyi yapabiliyor. Yaşadıkları yüzünden oldukça korkak, fakat çok iyi huylu, kendiyle barışık bir kedi. Olanları kabullendi, yaşama ve yeni evine yeni haliyle uyum sağladı.
Koltukların minderlerini bozuyor, kaldırmaya üşendiğim için bir buçuk yıldır toplamadığım çam ağacının toplarını yere düşürüp evin içinde onları kovalıyor, yastıklarla savaş ilan edip üstlerine atlıyor.. Dış görünüşü yarım olabilir ama içindeki kedi tam yani. Geceleri de yatağa zıplayıp beni uyandırıyor hatta.
Sokakta kalsa uyum sağlayabilecek miydi? Çok büyük ihtimalle hayır. Sonuçta bir ayağı ve dengesini sağlamasına yardım edecek bir kuyruğu yok. Bir köpekten veya arabadan ve veya insandan kaçması çok zor olacaktı. İlk eve geldiğinde bir fok gibi hareket ediyordu. Takdir edersiniz ki o halde ne ağaca çıkabilir ne bir yerden aşağıya atlayabilir ne de bir yaratıktan kaçabilirdi.
İnsanoğlunun devreye girmesi gereken de tam o an değil mi? Başka canlıların hayatını değiştirebilmek en gelişmiş canlının da elinde değilse kim ne yapabilir?
Hepsini tek bir kişinin kurtarması söz konusu değil tabi. Ne var ki kapının önüne koyulacak birer kap su ve yemek bizimkini olmasa da bir başka yaratığın hayatını değiştirebilir. “Kelebek Etkisi” derler ya hani, aynen öyle. Sizden görerek komşularınız da kapılarının önüne iki kap bırakmaya başlasalar, soğuk gecelerde minik dostlarımızın sığınması için bir karton kutu koysalar mesela. Kendinizi iyi hissetmez misiniz? Bir düşünün. Sizin açtığınız yolda yürüyen, dünyada yalnız olmadığımızın farkına varmış insanlar, bu ufacık iyiliklerle yaşamını sürdürebilmeyi başarmış küçük dostlar..
2 Yorum
hakan D
yazınızı cok begendim. gercekten duygularınızı ve dusuncenızı cok güzel lanse etmiş bulunmaktısınız. iyi günler dilerim yazılarınızın devamını beklerız
Jale erdemli
Çok güzel bir yazı