Şimdilerde farkediyorum ki beyaz kemeri takıp dojoya ilk adımımı attığım zaman ve ondan sonra gelen ilk yıllarda işler ne kadar kolaymış. Yeni bir tekniği ilk kez öğrenirken önce adımlara, duruşlara sonra da ellerin yaptıklarına bakar, sırasıyla taklit ederek çalışırsın. Bol miktarda denemeyle yavaş yavaş elin ayağın doğru yerlere gitmeye başlar, bedenin çağrılara cevap verir ve kas hafızası işe yaramaya başlar.
Sonra zaman ilerler, dojoda geçirilen saatler artar ve sonunda tekniğin, yalnızca gözle görülen şeyden ibaret olmadığı idrak edilir. Bakış açışı genişler, kadraj büyür ve o ilk yıllardaki başarılar, büyük resmin içinde küçük detaylara dönüşür. İşte bu noktadan itibaren “yapabiliyorum” yerini, “olmuyor” duygusuna bırakmaya başlar. Sonra genelde iki şey olur. Ya insanlar “olmuyor” duygusuna takılıp kalır ve ileriyi göremezler ya da bu duygu motivasyon kaynağına dönüşür ve tekniğin inceliklerini keşfetmeye giden yolu açar. Bu ikinci yolu seçen şanslı kişiler uçsuz bucaksız bir öğrencilik alanına girdiklerini ve incelemenin, araştırmanın, keşfetmenin ve öğrenmenin sonu olmadığını farkederler.
Böylece yolculuk başlar. Sonra insanlar, bu sonsuz izdeşlik alanının ortasında bazen bir vaha ile karşılaşırlar. Orada susuzluklarını giderir, karınlarını doyururlar . Heybelerine büyülü taşlar, şifalı bitkiler, değerli bilgiler koyar, kılıçlarını temizlerler. Üstatların tavsiyeleriyle tazelenir ve yola devam ederler.
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Uluslararası Köprü ve Dostluk Semineri bu değerli vahalardan biri oldu. Temelleri, neredeyse seminer vermediği ülke kalmayan Hiroshi İkeda Shihan (7.Dan Aikikai) tarafından kurulan bu seminer zincirinin bir ayağı her sene, farklı hocaların katılımıyla İstanbul’da, Ayhan Kaya Sensei yönetimindeki İstanbul Aikikai’nin ev sahipliğiyle yapılıyor. Boulder Aikikai‘nin baş eğitmeni olan İkeda Shihan ise yıl aşırı seminerimize katılarak, bize aynen Jedi ustaları gibi gücü kullanmanın inceliklerini öğretiyor. Yazıya espri katmaya çabaladığımı düşünen arkadaşlar, deneyimlemelisiniz kendiniz! Bekleriz.
Açılış
6 Haziran Cuma akşamı dojoda biraraya geldikten sonra açılışı Jim Alvarez Sensei’nin bokken dersiyle yaptık. Henüz 16 yaşındayken gerçek kılıçla hedef kesmeye başlayan (tamashigiri) Jim Sensei, Aikido ve Shinkendo ile doldurduğu yıllarının deneyimini bizlerden esirgemedi. Temel kesişler ve adımlarla, önümüzdeki günlerde yapacağımız derslere ufak bir giriş yaptı.
Ardından Robert Deppe Sensei’nin jo dersine geçtik. 1984’den beri Aikido çalışan Robert Sensei, her hareketiyle doğru ve güçlü bir duruşun öneminin altını çizdi adeta. Dersinde, jo’yu etkin biçimde kullanacağımız katalara başlamadan önce, çoğu zaman gözden kaçan ufak detaylar üzerinde durdu.
Son olarak Munetsugu Sakabe Shihan’ın el tekniği dersi ile kapanışı yaptık. 50 yıla yaklaşan deneyimiyle Sakabe Shihan, en temel seviyede nefesi ve hareketlerimizi nasıl bir arada, uyumla kullanacağımızı gösterdi. Ancak bence seminer boyunca bize gösterdiği şey tekniğin çok daha ötesindeydi.
Ertesi gün sabah 10:00’da açılış dersini ev sahibi olarak Ayhan Kaya Sensei verdi. Öğrencisi olduğum 2001 yılından bugüne, bir çok ülkede, seminerden seminere koşturan ve kendini geliştirmek için başta M.Saotome Shihan olmak üzere birçok hocayla çalışan Ayhan Sensei, kendine has tekniklerini göstermeye başladığı dersi kısa kesti ve dersin geri kalanını Yoshikawa Sensei’ye bıraktı. Sakabe Shihan’la birlikte gelen Yoshikawa Sensei, aslında seminer hocalarımızdan biri değildi ama kendisine yapılan nazik öneriyi kabul etti. Verdiği kısa derste ve sonrasında, seminer boyunca birlikte çalışırken sürekli gülen yüzüyle hafızalarımızda yerini aldı.
Tekniğin Ötesi
Böyle yoğun bir seminere katıldığın zaman, bir çok şey öğrenme ve deneyimleme şansın olur. Derslerde çalışılan el teknikleri, bokken ve jo kataları, tamashigiri çalışmalarını hafızana alırsın ki daha sonra tekrar tekrar üzerinde çalışıp bedenine yerleştiresin. O zaman gördüklerini öğrenmiş olursun. Üzerinde çalışmadığın şeylerse unutulmaya mahkum olur. Ama bunların yanında bir de doğrudan deneyimlediğin ve belki de hayatın boyunca konuya bakışını değiştirebilecek ya da yeni bir vizyon katacak anlar vardır. İşte Sakabe Shihan’ın seminer boyunca verdiği dersler bunun örneklerinden biriydi.
Sakabe Shihan mindere geldiğinde, biz kamizanın karşısında oturmuş bekliyorduk. Shihan minderi çapraz geçmek yerine, tam önümüzden yürüyerek geldi, kamizaya döndü. Biz oturup dersi açmasını beklerken o kamizadan bokkeni alıp her yöne kesişlerden oluşan bir kata çizdi. Bokkeni yerine bıraktıktan sonra oturup başıyla hafif bir selam verdi. Ardından eğildik. Hep beraber yaptığımız iki alkışı yapmadan önce, bir elini hafifçe kaydırdı ve ikinci alkışın, birincisinin geri dönüşünden oluştuğunu anlamamazı sağlayacak şekilde gücünü ve hızını ayarladı. Sonra tekrar eğildik. Shihan’ın tüm bu ritüeli yaparken gösterdiği konsantrasyon ve bilinç, çoğu zaman birbirimizi yerden yere vurmaya çalıştığımız derslerde elde edemediğimiz kadar güçlüydü. Daha sonra bu ritüelin, çok eskilerden gelip O’Sensei Morihei Ueshiba tarafından aktarıldığını ve kötü ruhları (popüler yorumuyla olumsuz enerjileri) uzaklaştırmak amacıyla yapıldığını öğrendik. Kötü ruhlar elindeki kılıçtan mı yoksa bakışlarından mı kaçtılar bilmiyorum ama Sakabe Shihan bunu her dersin başında aynı dikkatle uyguladı. Ritüelin üzerimdeki etkisi oldukça açık sanırım…
Bu etkileyici girişin ardından Sakabe Shihan, en temel aikido tekniklerini uygularken, güç kullanmadan, sadece doğru nefes ve doğru yönlendirmeyle ukenin dengesini nasıl bozacağımız üzerine ders verdi. Sadece Japonca konuşuyor olmasına rağmen, neredeyse çeviriye hiç ihtiyaç duymadan, herkesle çalışarak anlatmak istediğini gayet net biçimde anlattı. Sanırım “Aiki”nin kazanımlarından biri de böyle başarılı bir iletişim kurabilmek olsa gerek.
Basit bir sopa ya da bir silah
Eğer savaş sanatlarıyla uğraşıyorsanız, günlük hayatınızda karşılaşabileceğiniz durumların adil olmaları gerekmediğini bilirsiniz. Yani 45 kg ağırlığında bir kadın, 100 kg ağırlığında iki adamın saldırısına uğrayabilir. Bir ayağınızı incittiğiniz ve bastonla yürümek durumunda olduğunuz bir zamanda, bıçaklı bir saldırıya uğrayabilirsiniz. Hatta siz iki gün sonra tatile çıkmayı umarken patronunuz önünüze tonlarca iş çıkarabilir. Sizi koruyacak hakemlerin ve kuralların olmadığı ve böylesi tüm dezavantajlara sahip olduğunuz zamanlarda, savaş sanatları eğitimi kapıyı açan anahtar gibi olur. İçinde bulunduğunuz durumu hızla analiz edip, bedensel ve zihinsel dengeyi koruyarak en uygun hareketi yapabilirsiniz…
Robert Sensei’nin jo dersinin ardından aklımdan bunlar geçiyordu. Durumlara uyum sağlamanın gerekliliği. Biraz daha açmak gerekirse, normal eğitim programımızda çalıştığımız katalarda, her zaman hazır olduğumuz bir pozisyondan başlarken, Robert Sensei’nin çalıştırdığı katalarda, jo rahat bir yürüyüş pozisyonunda tek elde tutuluyordu. Ama atakla karşılaşıldığı anda, etkili bir pozisyona geçerek katanın devamını getiriyorduk. Burada esas olan, ellerin doğru şekli, adımların doğru yöne hareketi ve özetle tüm bedenin gerekli pozisyona geçebilmesiydi. Bedenin doğru pozisyonuyla beraber, zihnin de aniden, az önceki rahat halinden çıkıp hedefine odaklanabilmesi gerekiyordu. Beden ve zihnin doğru odaklanması birleştiğinde, elinizdeki bir sopa, bir baston ya da bir şemsiye de olsa anında etkili bir silaha dönüşür ve rakibiniz silahının elinden ne zaman uçup gittiğini anlamaz bile.
Neyi Kesiyoruz, Niye Kesiyoruz
“Herkes gerçek bir samuray kılıcıyla hedefleri kesmek ister. Ama çoğu, gerektirdiği çalışmayı yapmak istemez. Kimya ya da fizik bölümü okumak gibi. Okulda geçirdiğiniz zamanın büyük çoğunluğu anfilerde çalışarak geçer; görece daha az bir kısmı ise laboratuvarda. Tıpkı bunun gibi, tamashigiri de (gerçek kılıçla kesiş çalışması) bir laboratuvar çalışmasıdır. Deneylerin anlamlı sonuçlar verebilmesi için arkalarında ciddi bir çalışma süreci olmalıdır. Bokken (ahşap çalışma kılıcı) ile yapılan kesiş ve kata çalışmaları bunu sağlar.”
Jim Alvarez Sensei ilk bokken dersinde söylemişti bunları. Arkasından, bokkenin keskin bir kılıçtan farklı olmadığını eklemişti. Keza, ancak böyle bir zihinle çalışıldığında bokken çalışması faydalı olabilir ve diğer tüm kılıç çalışmalarının alt yapısını oluşturabilir. Yok eğer çalışırken bokkenle önünüzdekini dürtüp şaka yapıyorsanız ya da sağa sola laf yetiştiriyorsanız, bu işin doğasına dair çok şeyi kaçırırken kendinizi ya da başkalarını yaralamaya hızla yaklaşıyorsunuz demektir. Eh, bazen en iyi öğretmen yanan eldir.
Doğru bir kesiş dikkatli, uyanık bir zihin, güçlü ama rahat bir beden ve doğru teknikleri gerektiriyor. Elinize keskin bir kılıç alıp hedefin karşısına geçtiğinizde, içgüdüsel olarak tehlikenin farkında olduğunuzdan olsa gerek, çalışmanın her anında dikkat zaten en üst seviyede ve zihin işine odaklanmış oluyor. Bokkenle çalışırken öğrendiğimiz doğru teknikler, bu odaklanmayla birleştiğinde ve nefes bedeni rahatlattığında sonuç genellikle başarılı oluyor.
Ama her zaman gölgelerde bizi bekleyen düşmanların olduğunu unutmamak gerekir. Siz tam hedefin önünde, zihninizi ve nefesinizi kesişe hazırladığınız anda, kafanızın içinde beliren bir ses, “şimdi baltayı ağaca vurur gibi saplanıp kalacaksın orada, çok gülücez sana” diyebilir. Eğer ona kulak verirsen kimyasal reaksiyon anında başlar. Kaslara güç toplanır ve var gücünle kılıcı savurursun. Daha hedefi kesmiş olmanın keyfini tadamadan bir bakarsın ki kılıç elinden uçmuş gitmiş. Emin ol ki o güçle savrulan kılıcın rotasında talihsizce bulunmak istemezsin.
Islatılmış hasırdan yapılan hedefe karşı aşırı güç kullanıp kontrolü kaybetmek… Şu an duruma büyüteçle baktığımız için rahatlıkla bunu söyleyebiliyoruz. Aynı büyüteci bir günlük yaşamımıza tutabilsek, kim bilir hangi hedefleri, nasıl bir aşırı güçle yok etmeye çabalarken, yaşam enerjimizi ne kadar boşa harcadığımızı görebiliriz. Rahat ve güçlü bir beden, odaklanmış ve sakin bir zihin, nefes ve farkındalık…Sanırım hasırdan bir parça koparabiliyor olmak bu çalışmanın tek amacı olmasa gerek…
5.Kyu ve 5.Dan
Böyle büyük çaplı bir seminere katıldığınız zaman, öğrenilecek çok şey vardır. Birlikte çalıştığımız her hocadan, tekniğimizi bir adım daha öteye taşıyacak detaylar öğreniriz. Ama bunların ötesinde, bu biraraya gelmeler bize ilham kaynağı olur ve tekniklerin öğretemediği şeyleri görmememizi sağlar. Mesela 50’li yaşlarında ve 5.Dan seviyesinde bir hoca ders verirken, minderde 72 yaşında ve 7.Dan bir sensei ile eşleşip, ikkyo çalıştığın zaman daima öğrenci olmanın ne demek olduğunu ustasından görmüş olursun. Sakabe Shihan’ın dersinde, Robert Sensei, Jim Sensei ya da Ayhan Sensei ile eşleşip, teknikleri çalışırken sana nasıl sessizce, yalnızca uke ve nage olarak yol gösterebildiklerini deneyimlersin.
Seminerin aklımda yer eden anlarından biri, bu son paragrafın sebebi oldu. Başka bir organizasyonda yer alan ve seminerimize katılan bir arkadaşımız, bir ara bana, Ayhan Sensei’yi herkesle beraber antreman yaparken görünce şaşırdığını ve bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu söyledi. Şaşkınlığının sebebi, seminere ev sahipliği yapan ve bir organizasyonun baş eğitmeni olan birinin, öğrenci gibi minderde antreman yapması mıydı? Yoksa basitçe sensei diye anılan birinin öğretmek yerine öğrenmek için çalışıyor olması mı? Ki o sırada minderde üç tane 5.Dan sensei antreman yapıyordu. Misafirimizin şaşkınlığına şaşırmaktan başka bir şey yapamadım. Çünkü ben İstanbul Aikikai içinde hiç “daima öğrenci olmalısınız, şöyle yapmalısınız böyle olmalısınız” diyen bir hoca görmedim. Onun yerine sessizce kendilerini geliştirmek için durmadan çabalayan ve söylemek yerine ne olması gerektiğini gösteren, zaten öyle olan “usta öğrenciler” tanıdım. Öğrendim ki zor olan sensei olmak değil, iyi bir öğrenci, bir izdeş olabilmekmiş.