Sınav!! Okulla ilgili korkutucu bir sözcük. Sanırım özellikle de benim gibi ezber yapmaktan nefret eden öğrenciler için. Ee sonuçta bizim için sınav, aklımızı ezberlenmesi gereken dünya kadar eser, tarih, formül ya da onun gibi neredeyse hepsini sınavdan çıkar çıkmaz unuttuğumuz, çoğuna hayat boyu bir daha ihtiyaç duymayacağımız bir sürü gereksiz bilgi ile doldurmaya çabalamak demek. Bütün bunları sadece 40 dakikacık aklımızda tutabilmek için kaç gece öncesinden tatlı uykumuzu feda etmeye başlıyoruz. Neden peki? Çünkü ezberleyemezsek notlar düşük gelir, notlar düşük olunca karne kötü olur. O notlar yükselecek, karne düzelecek diye tatil bize zehir olur. Bütün bunlara rağmen düzelmediği takdirde hayatımızın bir yılını daha tahta sıralarda oturarak geçirmeye mahkum oluruz. İşte okuldaki sınav. Ezber, ezber, ezber.. Ezber yapmak zorunda olmadan, rahat bir kafayla sınava girmek sadece dojoda mümkün galiba. Orada okuldaki gibi bir yarış ya da sıralama olmadığı için, sınavı geçemediğinde de hayatın zehir falan olmadığı için sınav olmak çok daha kolay. Gerilmiyorum, sıkılmıyorum. Hatta sınav geliyor diye tatlı bir heyecan duyuyorum. Ee kolay mı Sensei izleyecek. Ama bizi sınıfta bırakmak için değil, eksikliklerimizi görmek, bize göstermek ve daha çok şey öğrenmemizi sağlamak için. Daha önce sınava gireceğim için mutlu olacağımı söyleseler şaka yapıyorsunuz der güler geçerdim herhalde.
Tamam sınavı geçmek ya da geçememek problem değil ama dedim ya yine de çok heyecanlanıyorum. Bir yandan çok rahatım, dert etmiyorum sınavı ama bir yandan da 1 aydır izin verseler dojoda yatıp kalkacak durumdayım. Her akşam antrenman var, ben de her akşam oradayım. Gerçi sadece ben değil tabi bütün sınav tayfası aynı durumda neredeyse. Sensei ilerlediğimizi, düzenli çalıştığımızı görsün, tekniğimizi beğensin, sınav yaptığına mutlu olmuş ayrılsın istiyoruz. Aslında kaç aydır çalışıyoruz ama hiç kimsenin içi çok rahat olamıyor bir türlü. “Hah tamam bu teknik oldu, sıradaki” diyemiyoruz. Senseilerin söylediğine göre hiç geçmeyecekmiş bu his. Her sınav ya da seminerde, yani büyük Senseilerin karşısında teknik yaptığımızda “Ee? Bu yine olmadı ki” diyecekmişiz. Haklılar sanırım. Sonuçta bu yolun ve dolayısıyla da bu teknikleri öğrenmenin sonu yok.
Ayy! Bu kadar konuştum, içimi döktüm ama yine de çok heyecanlıyım. Çok az kaldı sınava… Sakin ol, kamaiyi düşürme, nefes almaya devam, dachiyi unutma!!…
E bu kadar çalıştık, çabaladık, heyecanlandık, senseilerimize aynı soruları tekrar tekrar sorduk, onlar da bıkmadan usanmadan tekrar tekrar cevap verdiler, yanlışlarımızı gösterdiler, düzelttiler, sonunda sınav günü geldi çattı…
Sınavın saat 2’de başlayacak olmasına ve dojoyu önceki akşamdan bir güzel silip süpürmüş olmamıza rağmen sabahın köründe heyecanla karışık bir sevinç içinde uyandım. Sanırım 12 civarında dojodaydım ve oraya vardığımda nedense hiç heyecan kalmamıştı. Sanki sınav olmayacaktım, Sensei sadece seminer için gelmişti. Hatta son bir haftadır sınava gün sayan ben değilmişim gibi ilk sınavlarına girecek olanları da sakinleştirmeye çalıştım.
Sensei saat 1’e doğru geldi, önce bir güzel ısınmamızı ve dersimizi yaptık, sonra her zamanki gibi 10 dk mola verdik, sonra da sınav başladı.. Başlarda her şey gayet güzeldi, ben de çok rahattım. Sonra Sensei ayağa kalktı, tekniklerdeki hataları göstermeye başladı. Sınav esnasında böyle bir şey yapmasına alışık olmadığımdan hem şaşırdım, hem de biraz gerildim açıkçası. Dışarıdan nasıl görünüyordum bilmiyorum ama adım okunup da sınava çıktığımda heyecanımı bastırmak için inanılmaz bir çaba sarfediyordum. Ama Sensei’yi sınavda yerinden kaldırmak hiç hoş bir şey değil diye biliyordum. Bu sınavdan sonra artık biliyorum ki bu o kadar da kötü değil. Çünkü bazı hataları gördüğü anda düzeltmek için de kalkabiliyormuş. Zaten sınav boyunca sık sık yaptı bunu. Kim bilir, belki de 4 buçuk saat oturmaktan yoruldu da bacaklarını birazcık açabilmek için kalktı ayağa. Arada sırada kalkıp bir-iki tur atıp geri gelmek benim ve diğer öğrencilerin de aklımızdan geçmedi değil hani. Dile kolay 4 buçuk saat. Neyse güç bela dayandık sonuna kadar.
Sınavdan sonrası, akıllardaki “geçtik mi kaldık mı?” sorusunu saymazsak, gayet eğlenceliydi. Yemeğe gittik, bol bol güldük, bir sürü fotoğraf çekildik, sohbet ettik… Bana kalırsa sınavların ve seminerlerin en güzel kısmı. Uzun süredir göremediğim ya da hayatımda ilk kez gördüğüm insanlarla aynı masada oturmak, onlarla konuşmak, bir şeyler paylaşmış olmak.
Eveet.. İşte bu sınav da bitti. Geçtik mi kaldık mı hala bilmiyoruz. Geçmek ya da kalmak.. Çok önemli mi? Bir kez daha anladım ki, cevabı; hayır. Sensei’nin seminerin en sonunda söylediklerinin de bunu anlamamda çok büyük bir etkisi olduğunu unutmamak gerek. Kendi siyah kemerini, orada bulunan herkes adına biz beyaz kemerlerden birine verdi, “Şimdi tekniğin değişti mi?” diye sordu. Cevap hepimiz için aynı; hayır. “Marifet kuşakta değil; sınavı geçmek için değil, bir şeyler öğrenmek için, Aikido öğrenmeyi gerçekten istediğiniz için çalışın.” dedi. E bu sözlerin üstüne daha kim ne diyebilir ki?
Sınav bitti bitmesine de adı hala “sınav” ve ben hala bu kelimeyi hiç sevmiyorum. Aklıma hiç de hoş şeyler getirmiyor. Halbuki ne kadar da eğlenceli ve mutlu geçti bu iki gün. Acaba bu sınavın adını değiştirsek hakkındaki kötü düşüncelerimiz de değişir, daha rahat hazırlanır mıyız? Belki de sadece Japoncasını söylememiz yeter. Hem herşeyin Japonca ismini kullanıyoruz dojoda, bu niye farklı? Neden “Shiken” demiyoruz? Peki neden bundan sonra demeyelim?