Ne var şu Aikido’da? Her gün de gidilmez ki.. Evin yok mu senin demiyor mu Sensei’n? Yazık değil mi adama? Hem biz senin yüzünü göremiyoruz hiç. Bütün gün oradasın neredeyse.
Bir ara bunları o kadar çok duyuyordum ki.. Gerçi o zamanlar haftanın en az 5 günü Dojo’ya gittiğim günlerdi. Haftada 8 civarı antrenmana katılıyordum. Antrenman önceleri ve sonralarını saymayı da unutmayayım, 4’te Senseim ile buluşup 10 buçuk-11’e kadar neredeyse kesintisiz çalışıyorduk. Eh, bir gün “Ben dojoda kalsam?” diye sorunca da dayanamayıp “Evin yok mu senin?” dedi tabi.. Bu konuda kendisine siz de hak verirsiniz sanırım.
Bu kadar fazlasına gerek olup olmadığı konusu tartışmaya açık tabi ki fakat antrenman iyi geliyor. Özellikle de yoğun geçen iş ya da okul haftalarında. O kadar işin/dersin arasında bir de dojoya mı gidilir diye düşünebilirsiniz. Evet, gidilir. Onca yorgunluğa rağmen kış gecesi kendinizi kanepeden kaldırıp, sıcak evinizden çıkıp dojoya gitmeye ikna edebiliyorsanız, minderde olmanın keyfini anlamışsınızdır zaten. O keyfi bir kere aldıktan sonra da kolay kolay bırakamayacağınızı söyleyebilirim.
Kulağa tuhaf gelse de şahsen ben yoğun ve stresli zamanlarımın hepsinde dojodayım. Paşa paşa dayağımı yiyorum, düşüp kalkıyorum, bütün günün aksine zihinsel olarak değil, fiziksel olarak yoruluyorum, bunun sonu da güzel bir uyku çekmek oluyor.
Hatta basamaklara bölünen ve sıkıntıyı bir kaç aya yayan üniversite giriş sınavının her bir basamağından hemen önceki akşam dojodaydım ve artık ayakta duramayacak hale gelene kadar düşüp kalktım. Sınava hazırlık döneminde de dersane yüzünden istediğim kadar gidemesem de haftada bir akşamım Aikido’ya ayrılmıştı ve bunu aksattığım ancak bir ya da iki sefer olmuştur.
Sınav senem gerçekten rahat geçti. Bunda Dojo’nun her yönden etkisi var. Bir kere fiziksel olarak yorulmak vücuda çok iyi geliyor. Bunun yanısıra atemiden (Aikido’ya özgü vuruş yöntemi) kaçabilmek için gereken konsantrasyon var ki o da bir yandan günlük sorunları düşünmeyi engellemek için birebir. Minderin aslında bir savaş alanı olduğunu ve hataya yer olmadığını hatırlamakta büyük fayda var. E bir de dojonun en küçüğü olarak geçtiğim yollardan daha önce geçmiş olanların verebileceği tavsiyeler var. Sınavı rahat ve başarıyla atlatmamda Dojo’daki ailemin de en az evdekiler kadar rolü oldu. Benden desteklerini ve güvenlerini hiç esirgemediler.
Bir ara ne okumak istediğim konusunda kafam karışıktı mesela, hani şu tercih zamanları vardır ya işte o sıralarda. Her kafadan bir ses çıkıyor, arkadaşlarım gecelerce uyuyamıyor, ben ne istediğimi bilip bilmediğimden emin değilim falan filan.. Neye karar verirsem vereyim herkes destekleyecek biliyorum ama yine de doğru olanı seçme çabası oluyor insanda, sanki gerçekten doğru olan varmış gibi..
Herkesin fikrini aldım, biraz da kendimi dinledim, sonunda iki seçenek kaldı.. O iki seçenek de mimarlık ve veteriner hekimliği. Hiç alakaları yok değil mi?
Tercihleri yapmadan iki ya da üç gün önceydi sanırım. Dojo’daydım yine, erken gitmiştim. Oğuzhan Sensei’m vardı sadece. Kapıdan girişimden anlamıştı kafamın dolu olduğunu (nasıl yaptığını bilmiyorum ama o hep anlar zaten..) Ne olduğunu sordu, ben de içimi döktüm. İçinde kaldığım ikilemi çok iyi bildiği halde ben baştan anlattım, o baştan dinledi. Sonra dedi ki “Herkes söyleyeceğini söyledi, bundan sonrasına sen karar vereceksin.” Biliyordum da hangi kararı verecektim? Hangisiydi doğru olan? Ve konuyla ilgili son kelimeler geldi ağabeyimden; “Sen zaten kararını çoktan vermişsin, zihnini boş yere bulandırma.” Dondum kaldım, o ise çoktan kalkmıştı yanımdan, soyunma odasına gitmişti. Birden oturdu taşlar yerine, “Birinin benim bunun farkına varmamı sağlaması lazımmış” dedim kendi kendime. Birinin hafiften sallaması lazımmış her şeyin yerleşmesi için.
Herkesin doğrusu farklıdır ve ben genelin aksine başka birisinin değil kendiminkini seçebilecek kadar şanslıydım. Dojo’m, benim okuduğum bu çok zor bölümden her şeye rağmen keyif alabiliyor olmamın esas sebebi. Çünkü girmeden önce de yanımdaydı, okuyorken de öyle ve eminim ki mezun olduktan sonra da olacak. O bütünün her bir parçasının hayatımda başka bir yeri var.
Bir süre sonra Dojo bütün hayatınınızı etkilemeye başlıyor, verdiğiniz her kararda o da fikrini söylüyor. Daha doğrusu kendi fikrinizi duymanızı sağlıyor. E durum böyle olunca da “bütün hayatını dojoda geçiriyorsun” sitemleri ilginç oluyor, çünkü Dojo’n senin hayatın oluyor. Hayatın azı çoğu yoksa Dojo’nun da olmaz :)