Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Yaşama Sanatı

Herkes huzur ve uyum arar, çünkü yaşamımızda eksik olan bunlardır. Zaman zaman hepimiz çalkantılar, kızgınlık, uyumsuzluk ve acı yaşarız. Bu çalkantılar sonucu acı çektiğimizde, mutsuzluk kendimizle sınırlı kalmaz ve çevremizdekilere de yayılır. Mutsuzluk; kendisini kötü hisseden insanın çevresindeki havaya nüfuz eder ve bu kişiyle ilişki kuran herkes de olumsuz etkilenir. Bu da kesinlikle uygun bir yaşama yolu değildir.

Kişi kendisiyle ve başkalarıyla barış içerisinde yaşamalıdır. Her şeyden önce insan sosyal bir varlıktır; toplum içinde yaşar ve başkalarıyla ilişki kurar. Peki, barış ve huzur içinde nasıl yaşanır? Bir taraftan kendi içimizde, diğer taraftan da çevremizdeki diğer bireylerle barış ve huzur içerisinde yaşamayı, böylelikle de diğerlerinin de huzurlu ve uyumlu bir yaşam sürdürmelerini nasıl sağlarız?

Mutsuzluğumuzdan kurtulmak için, temel nedeni bilmemiz gerekir: mutsuzluğun, acının nedenini. Eğer sorunu derinlemesine incelersek, zihnimizde bir olumsuzluk ya da kirlilik üretmeye başladığımızda, mutsuz olmamızın kaçınılmaz olduğunu görürüz. Zihindeki herhangi bir olumsuzluk, zihinsel bir bozulma ya da kirlenme, huzur ve uyumla birlikte var olamaz.

Olumsuzluğu üretmeye nasıl başlarız? Bu da yine dikkatli incelendiğinde görülebilir. Birisi hoşlanmadığımız bir şekilde davrandığında ya da istemediğimiz bir durum oluştuğunda, çok mutsuz oluruz. İstenmeyen şeyler gerçekleşir ve içimizde gerilim yaratırız. İstenen, arzu edilen şeyler gerçekleşmez, engeller ortaya çıkarsa, yine içimizde gerilim yaşarız ve içimizde düğümler oluşturmaya başlarız. Yaşam boyunca istenmeyen şeyler gerçekleşmeye devam eder. Arzu edilenler bazen gerçekleşir, bazen gerçekleşmez ve bu tepki süreci, -kör düğümler oluşturma süreci- tüm zihinsel ve fiziksel yapıyı o kadar gerer ve olumsuz enerjiyle doldurur ki, yaşam çekilmez hale gelir.

Bu noktada sorunun çözüm yollarından biri, hayatımızdan istenmeyen hiçbir şeyin gerçekleşmemesine ve her şeyin tam arzu ettiğimiz gibi gerçekleşmesine yönelik düzenleme yapmaktır. İstenmeyen olayların oluşmaması ve arzu edilenlerin de gerçekleşmesini sağlamak için gerekli gücü ya kendi içimizde geliştirmemiz veya yardımımıza gelen birinin bu güce sahip olması gerekir. Ancak bu mümkün değildir. Dünyada istekleri her zaman yerine gelen, istemediği hiçbir olayla karşılaşmayan birisi mevcut değildir. Arzu ve isteklerimize ters düşen pek çok olay sürekli olarak oluşmaktadır. O zaman şu soru ortaya çıkar: İstemediğimiz durumlar karşısında otomatik tepki vermeyi nasıl durdurabiliriz? Nasıl gerginlik yaratmadan, huzur ve uyum içinde kalabiliriz?

Hindistan’da ve diğer pek çok ülkede, geçmişte yaşamış bilge ve kutsal kimseler bu sorunu -insanın ıstırap çekme (mutsuzluk) sorununu- irdelemiş ve buna bir çözüm bulmuştur: Eğer istenmeyen bir şey meydana gelirse ve siz buna kızgınlık, korku ya da başka olumsuz bir tepki gösterirseniz, mümkün olan en kısa sürede, dikkatinizi başka bir şeye yönlendirin. Örneğin, yerinizden kalkıp bir bardak su alıp için – kızgınlığınız katlanarak artmayacak, aksine azalmaya başlayacaktır. Ya da içinizden saymaya başlayın: bir, iki, üç, dört. Ya da bir sözcüğü, söz grubunu ya da bir mantrayı, belki inandığınız kutsal bir varlığın ya da kutsal bir kişinin adını içinizden tekrarlayın; böylece zihniniz başka bir tarafa yönelecek ve bir ölçüye kadar olumsuzluktan, kızgınlıktan kurtulacaksınız.

Bu çözüm son derece yararlı olmuş ve işe yaramıştır; halen de yaramaktadır. Bu uygulama yaşama geçirildiğinde, zihin huzursuzluktan kurtulur. Ancak, çözüm sadece bilinç düzeyinde işe yaramaktadır. Aslında dikkatinizi başka bir yöne yönlendirdiğinizde, olumsuzluğu bilinç altına atarsınız ve bu düzeyde huzursuzluğu ve bozulmayı katlayarak arttırmayı sürdürürsünüz. Yüzeyde bir huzur ve uyum katmanı görünmekte, ancak zihnin derinliklerinde er ya da geç şiddetle patlamaya hazır bir bastırılmış olumsuzluklar volkanı uyumaktadır.
nirvana-via-vipassana
Gerçeği kendi içsel derinliklerinde arayan diğer kaşifler araştırmaya devam etmişler ve kendi içlerinde zihin ve maddenin gerçekliğini deneyimleyerek, dikkati başka yöne yönlendirmenin yalnızca sorundan bir kaçış olduğunu idrak etmişlerdir. Kaçmak sorunu çözmez: Sorunla yüzleşmek zorundasınız. Zihinde bir olumsuzluk ortaya çıktığında, yalnızca onu gözleyin, onunla yüzleşin. Kişi zihnindeki herhangi bir olumsuzluğu gözlemlemeye başladığında, bu olumsuzluk gittikçe kuvvetini yitirmeye başlar ve yavaşça ortadan kalkar.

Bu iyi bir çözümdür; hem bastırma, hem de aşırı serbest ifade etme zıt uçlarından kişiyi kurtarır. Olumsuzluğu bilinçaltına itmek sorunu ortadan kaldırmayacak, tam tersine eylemler ya da sözle yeniden vücut bularak yeni sorunlar yaratacaktır. Ancak yalnızca gözlemlerseniz, olumsuzluk yavaşça ortadan kalkacak ve kişi olumsuzluktan tamamen kurtulmuş olacaktır.

Bu öneri kulağa çok hoş gelmektedir, ancak gerçekten uygulanabilir mi? Kişinin kendi kirlilikleriyle yüzleşmesi kolay değildir. Kızgınlık ortaya çıktığında, daha fark edemeden bizi çabucak hakimiyeti altına alır. Öfkenin hakimiyeti altındayken, hem kendimize, hem de başkalarına zarar verebilen eylemler yapar, sözler sarfederiz. Daha sonra sinirimiz geçtiğinde ise ağlamaya, pişmanlık hissetmeye ve başkalarından ya da Tanrı’dan af dilemeye başlarız: ‘Bir hata yaptım, lütfen beni affet!”. Ancak benzer bir durumla yeniden karşılaştığımızda yine aynı şekilde tepki veririz. Bu süregelen pişmanlıklarımızın bize hiç yararı olmaz.

Yaşanan zorluk, olumsuzluğun başlama anını fark edemememizden kaynaklanır. Olumsuzluk zihnin derinliklerinde, bilinçaltı düzeyinde ortaya çıkar ve bilinç düzeyine ulaştığında o kadar güçlenmiş olur ki, bizi hakimiyeti altına alır ve onu gözlemleyemeyiz.

Diyelim ki kendime özel bir sekreter tuttum ve öfkem ortaya çıkmaya başladığında ,”Bakın efendim, öfke başlıyor” diye beni uyarmasını istedim. Öfkenin ne zaman başlayacağını bilemediğimden, gün boyu üç vardiya çalışacak üç özel sekreter tutmam gerekir. Diyelim ki üç sekreter tutmaya gücüm yetti. Kızgınlık gelmeye başladığında hemen sekreterim beni uyarır, “Bakın efendim; kızgınlık başladı.” İlk tepkim sekreterimi azarlamak olacaktır: “Seni aptal, bana akıl vermek için mi para aldığını sanıyorsun?”. O kadar öfke ile doluyumdur ki, en iyi önerilerin ve uyarıların bile yardımı olmaz.

Diyelim ki erdem üstün çıktı ve sekreterimi azarlamadım. Bunun yerine “Çok teşekkür ederim. Şimdi biraz oturmalıyım ve öfkemi gözlemeliyim.” diyorum. Ancak bu mümkün mü? Gözlerinizi kapatıp, kızgınlığınızı gözlemlemeye başladığınızda, hemen kızgınlığa yol açan kişi ya da olay aklıma gelir. O noktada bizzat öfkenin kendisini gözlemlemiyor; o duyguya neden olan dış uyaranı gözlemliyorum demektir. Bu durum ise yalnızca öfkenin katlanarak artmasına hizmet eder ve asla çözüm değildir. Kendisine sebep olan dışsal nesnelerden arınmış soyut bir olumsuzluğu, soyut bir duyguyu gözlemlemek son derece güçtür.

Ancak mutlak hakikate erişen bir kişi gerçek bir çözüm bulmuştur. Zihinde bir olumsuzluk veya bir kirlilik ortaya çıktığında, fiziksel düzeyde iki şeyin aynı anda oluştuğunu görmüştür. Birincisi soluk alıp vermeler normal ritmini yitirir. Zihnimizde bir olumsuzluk meydana geldiğinde daha zor soluk alıp vermeye başlarız. Bunu gözlemlemek kolaydır. Daha ince bir düzeyde, vücutta bir çeşit biyokimyasal tepkime başlar. Her olumsuzluk vücutta kendine has bir his üretir.

Bu pratik bir çözümdür. Sıradan bir insan zihnin soyut olumsuz ruh hallerini, sözgelimi soyut korkuyu, öfkeyi ya da tutkuları gözlemleyemez. Ama uygun bir eğitim ve uygulamayla, zihnin olumsuz durumlarıyla doğrudan bağlantılı nefes alış verişini ve vücuttaki diğer duygusal etkileri gözlemek son derece kolaydır.

Nefes ve duyuları izlemek bize iki farklı yoldan yardımcı olur. Bu iki yöntem, özel sekreterlerimiz gibidir. Zihinde olumsuz bir durum oluşmaya başlar başlamaz nefesimiz normal ritmini kaybetmeye başlayacak ve “bak, bir şeyler yanlış gidiyor” diye bağıracaktır. Nefesimizi azarlayamayız, uyarıyı kabul etmemiz gerekir. Benzer şekilde duyularımız da bize bir şeylerin yanlış gittiğini bildirecektir. Bu uyarıları aldıktan sonra, soluk alıp vermemizi, duyularımızı gözlemlemeye başlayabiliriz ve bunun hemen ardından olumsuz ruh halinin hızla yok olduğunu görürüz.

Bu zihinsel-fiziksel olgu madalyonun iki yüzü gibidir. Bir tarafta zihinde oluşan düşünce ve duygular vardır; diğer yüzünde ise nefes ve vücuttaki hisler bulunur. Herhangi bir düşünce, duygu veya zihinsel olumsuz bir durum kendisini direkt olarak nefeste ve o andaki vücutta oluşan hislerde gösterir. Dolayısıyla nefesi ya da vücuttaki hisleri gözlemleyerek gerçekte zihinsel olumsuz durumu gözlemlemiş oluruz. Sorundan kaçmak yerine, gerçekle olduğu gibi yüzleşiriz. Sonuç olarak zihindeki olumsuz durum kuvvetini giderek yitirir ve hislerimizle bedenimiz üzerindeki hakimiyetini kaybeder. Eğer ısrarla üzerine gidecek olursak bu olumsuz zihinsel durumlar tümüyle ortadan kalkar ve bizler de mutlu ve huzurlu, olumsuzluklardan gittikçe arınan bir yaşam sürmeye başlarız.

Bu şekilde kendi kendini gözleme tekniği bize gerçeğin iki yüzünü gösterir: iç ve dış. Önceleri biz yalnızca dışarı bakar, iç gerçeğimizi gözden kaçırırdık. Mutsuzluğumuzun sebeplerini hep dışarıda arardık. Dışarıdaki gerçeği suçlar ve değiştirmeye çalışırdık. İç gerçeği bilmediğimizden, mutsuzluğumuzun, ıstırabımızın kaynağının içimizde olduğunu; hoşlanma ve hoşlanmama hislerimize verdiğimiz otomatik tepkilerimizde yattığını hiç anlayamadık.

Artık eğitimle madalyonun diğer yüzünü de görebiliyoruz. Nefes alış verişlerimizin ve içimizde neler olup bittiğinin farkına varabiliriz. İster nefes, isterse bedendeki his olsun, zihinsel dengemizi kaybetmeden gözlemlemeyi öğrenebiliriz. Tepki vermeyi ve dolayısıyla mutsuzluğumuzu artırmayı durdurabiliriz. Olumsuz zihinsel durumların ortaya çıkmasına ve kendiliğinden çekip gitmesine izin veririz.

Kişi bu tekniği ne kadar çok uygularsa, olumsuzluklar o kadar çabuk yok olacaktır. Zamanla zihin bu olumsuz durumlardan arınır ve saflaşır. Saf bir zihin ise her zaman sevgiyle doludur: tüm varlıklar için bencil olmayan bir sevgi duyar, başkalarının acılarına ve hatalarına karşı tam bir merhamet ve müsamaha içerisinde olur ve başkalarının başarılarına, mutluluğuna yürekten sevinir, herhangi bir duruma karşı soğukkanlı davranır.

Kişi bu aşamaya ulaştığında, hayatının tüm seyri değişmeye başlar. Artık onun için başkalarının huzur ve mutluluğunu engelleyebilecek herhangi bir eylemde bulunmak ya da söz söylemek mümkün değildir. Dengeli bir zihin sadece huzurlu olmakla kalmaz, aynı zamanda çevresine huzur ve uyum yayar ve başkalarını da etkilemeye, onlara yardım etmeye başlar.

Kendi iç dünyasında deneyimlediği her şeye karşı dengeli kalmayı öğrenerek, dış olaylara karşı tepkisiz bir tutum geliştirir. Ancak bu tepkisizlik dünyanın sorunlarından bir el etek çekme ya da kaçış değildir. Düzenli olarak vipassana meditasyonunu yapan kişi, başkalarının acı ve ıstıraplarına karşı daha duyarlı hale gelir ve onların sıkıntılarını elinden gelen en iyi şekilde hafifletmeye, ortadan kaldırmaya çalışır. Bunu ise üzüntülü, acıyan bir ruh hali içinde değil; sevgi ve merhamet dolu sakin ve tepkisiz bir zihinle yapar. Bir taraftan kutsal tepkisizliği; yani nasıl tam olarak kendisini adayacağını ve insanlara nasıl yardımcı olacağını öğrenirken, diğer yandan zihinsel dengesini muhafaza eder. Bu şekilde başkalarının huzuru ve mutluluğu için çalışırken, kendi iç huzur ve mutluluğunu da korumuş olurlar.

İşte Buda”nın öğrettiği budur: Yaşama sanatı. Kendisi hiçbir zaman bir din ya da “-izm” kurmamış ya da öğretmemiştir. Kendisine ritüeller, törenler yapmak isteyen, içi boş formalitelerle uğraşmak isteyenlere bu yönde yol göstermemiştir. Bunun tam aksine içimizdeki gerçeği gözlemleyerek, olanı olduğu gibi gözlemlemeyi öğretmiştir.

Bilgisizliğimizden hem kendimize, hep başkalarına zarar verecek şekilde tepki veriyoruz. Ancak olanı olduğu gibi gözleme bilgeliği doğduğunda, bu tepki verme alışkanlığı kaybolmaya başlar. Otomatik olarak tepki vermeyi bıraktığımızda, gerçeği gören ve anlayan dengeli bir zihinden doğan eylemde bulunma kapasitesine erişiriz. Bu tür eylemler olumlu, yaratıcı ve hem başkalarına, hem kendimize yararı olan eylemler olacaktır.

Şu halde ihtiyacımız olan, her bilge kişinin vermiş olduğu tavsiyedir: “kendini bil”. Kendimizi bilmeliyiz, ancak sadece entelektüel olarak fikirler ve kuramlar düzeyinde değil. Duygular veya bağlılık düzeyinde de değil. Okuduklarımızı, duyduklarımızı körü körüne kabul ederek de bilmek değil. Böylesi bilgi yeterli değildir. Bundan ziyade gerçeği deneyimlerimizle bilmeliyiz. Bu zihinsel-fiziksel olgunun gerçekliğini doğrudan deneyimlememiz gerekir. Bu deneyimdir bizi mutsuzluğumuzdan, ıstıraplarımızdan kurtulmamıza yardım edecek olan. Kişinin kendi öz gerçekliğini doğrudan deneyimlemesine, bu kendini gözlemleme tekniğine “Vipassana” meditasyonu adı verilir. Buda’nın yaşadığı zamanlarda kullanılan Hint dilinde, passana sıradan bir şekilde, “açık gözlerle görmek” anlamını taşımaktaydı; fakat Vipassana, olanı oldukları gibi gözlemlemektir, göründükleri gibi değil. Tüm zihinsel ve fiziksel yapının nihai hakikatine ulaşana kadar, görünürdeki gerçeklik içine nüfuz edilmeliyiz. Bu hakikati deneyimlediğimizde, artık otomatik tepkiler vermeyi ve olumsuzluk yaratmayı durdurmayı öğreniriz. Eskiden kalan kirlilikler kendiliğinden yavaş yavaş yok olur. Mutsuzluğumuz ve ıstırabımızdan kurtulur ve gerçek mutluluğu yaşarız.

Meditasyon kursu kapsamında yapılan eğitim üç evrelidir. Öncelikle kişi başkalarının huzurunu ve uyumunu bozacak herhangi bir eylem yapmaktan ya da söz söylemekten kaçınmalıdır. Kişi bir taraftan kendisini zihnindeki kirliliklerden özgürleştirmeye çalışıp diğer yandan da sadece bu kirliliklerin katlanarak çoğalmasına neden olacak hareketlere veya sözel eylemlerine devam edemez. Bundan dolayı uygulamanın ilk temel adımı ahlak kurallarıdır. Kişi herhangi bir varlığı öldürmeyeceğine, herhangi bir şey çalmayacağına, kimseye cinsel tacizde bulunmayacağına, yalan söylemeyeceğine veya sarhoş edici, uyuşturucu maddeler kullanmayacağına söz verir. Bu gibi faaliyetlerden uzak durarak kişi; zihninin, daha da ileriye gitmesine yetecek kadar sakinleşmesine olanak tanır.

Bir sonraki adım ise, bu vahşi zihin üzerinde hakimiyet geliştirmektir, onu tek bir nesne üzerinde odaklanmaya eğiterek: nefes. Kişi mümkün olan en uzun süreyle dikkatini solunumu üzerinde toplamaya çalışır. Bu bir soluk alıp verme egzersizi değildir; kişi solunumunu düzenlemez. Bunun yerine kişi doğal solunumunu, olduğu gibi gözlemler; içeri girdiği ve dışarı çıktığı gibi. Bu şekilde kişi zihnini sakinleştirerek artık yoğun olumsuzluklarla alt edilmesini durdurur. Aynı zamanda zihnini odaklayarak onu keskin, nüfuz edici bir hale getirir ve böylece iç kavrayış, anlayış mümkün olur.

Bu iki adım -ahlaklı bir yaşam sürdürme ve zihni kontrol altına alma- kendi içlerinde son derece gerekli ve yararlıdır; ancak bunlar kişi üçüncü adımı atmadığı sürece kendini bastırmaya yol açacaktır. Bu adım zihni kirliliklerden temizleyerek kişinin öz tabiatına dair bir kavrayış geliştirmesidir. İşte bu Vipassana’dır: Kişinin kendi öz gerçekliğini, yani kendisini duyumlar yolu ile ortaya koyan, sürekli değişken zihin-madde olgusunu sistematik ve tepkisiz gözlemlemesi. Bu Buda öğretisinin sonucudur: kendini gözlemek yoluyla kendini saf kılmak…

Bu herkes tarafından uygulanabilir. Herkes ıstırap sorunu ile karşı karşıyadır. Bu evrensel bir çareye gereksinim duyan evrensel bir hastalıktır, bir tarikata ait değildir. Öfkeden doğan mutsuzluğunuz bir Budist öfkesi değildir, Hindu veya Hıristiyan öfkesi de değildir. Öfke sadece öfkedir. Kişi bir öfkenin sonucunda karmaşaya düştüğünde, bu karmaşa bir Hıristiyanın, Hindunun ya da Budistin karmaşası değildir. Hastalık evrenseldir. Çare de aynı şekilde evrensel olmalıdır.

İşte Vipassana böyle bir çaredir. Başkalarının huzur ve uyumuna saygı gösteren bir yaşam sanatına hiç kimse karşı çıkmayacaktır. Hiç kimse zihnin eğitimine ve zihnin kontrolünün geliştirilmesine karşı çıkmayacaktır. Hiç kimse, kişinin ancak kendi gerçekliğine dair bir kavrayış geliştirmesiyle mümkün olan zihnin olumsuzluklardan kurtarılmasına karşı çıkmayacaktır. Vipassana evrensel bir yoldur.

Gerçeği olduğu biçimde gözlemlemek, bunu iç gerçekliği gözlemleyerek yapmak – kişinin kendisini doğrudan ve deneyimleyerek bilmesidir. Kişi uyguladıkça, kirliliklerin doğurduğu mutsuzluğundan arınır. Kaba, dışsal ve görünürdeki gerçeklikten, zihin ve maddenin nihai gerçekliğine nüfuz eder. Daha sonra bunu aşarak, zihin ve maddenin, zaman ve uzayın, göreceliliğin koşullu alanının ötesindeki bir hakikati deneyimler: bütün olumsuzluktan, bütün acı ve ıstıraptan tümden özgürleşme hakikatini. Kişinin bu nihai hakikate ne isim vereceği önemsizdir, bu her insanın nihai hedefidir.

Her biriniz bu nihai gerçeği deneyimlesiniz. Her insan kendi mutsuzluğundan, ıstırabından, kötü ruh halinden kendini kurtarsın. Herkes gerçek mutluluğun, gerçek huzurun ve barışın, gerçek uyumun tadını çıkarsın.

TÜM VARLIKLAR MUTLU OLSUN…

Yukarıdaki metin Sn. S. N. Goenka’nın İsviçre’nin Berne kentinde verdiği bir konuşmasından alınmıştır.

Leave a comment

0/100

Total
0
Share