Bir nevi meditasyon günlüğü -2-
Bedenimi rahatça yerleştirip de sarınıp sarmalanıp hazırlandığımda meditasyona hazır ve kararlı bir yerde olduğumu sanıyorum. Bazen sessiz bazen de Goenka’nın sesiyle başlayan günün geri kalanı aynı o oturumlar gibi dağınık ya da odaklı ve net geçiyor. Tahmin edilemez ve garanti edilemez bir yanı var bu oturumların, keza hayatın da tam olarak öyle değil mi? Şimdi evde ve esneyerek yatakta uyanacakken, hiç uyumadan yollarda olduğum gibi. Tahmin edilebilir olan hava durumu bile zaman zaman şaşıyor ve iklimimiz değiştikçe bazen şok edici süprizler de yapıyor. Bu belirsizliğin içinde kalmaya ne kadar hazır olduğumu odaklanmak, düzenli oturmak ve sabretmek çok etkiliyor. Tahammülsüzlüklerim kadar yüksek tonlu heyecanlarım da aynı derecede tehlikeli, bir şeylerin her an yön değiştirebilme ihtimaliyle, mevcut olan durumu görerek kabul etmek ve odaklılıkla çalışmaya devam etmek gerekiyor. Hem de aslında nedir bu itmeler ve çekmeler. Anda olmayana boş bir arzu ya da reddetme. Odağım mevcut olanda kalabildiğinde önümdeki tablo da netleşiyor.
Bu aralar en çok kendimi hayatın içinde nerede bulduğuma bakarak meditasyona oturuyorum. Kendime yerleşememe hallerinden kendimi ve içinde olduğum kurgusal gerçekliğe odaklanmak. Ne kadar odağım içerde kalırsa, önümdeki tablo da renkleriyle şekilleniyor. Bir şeyin vücut bulması için zihindeki halini görmek onun gerçekleşmesi için en doğrudan yol olsa gerek. Odağım nerdeyse zihnim de bedenim de orada.
Zaten en nihayetinde zihin bedende, ve o yüzden de olan her şeye gözlemci kalabilmek odak ve netlikle geri dönebiliyor.Çok uzun zamandır bakmadığım karanlıklara bakar oldum, bazen çok depresif ve düşük kalktım oturumlardan, kimi zaman da açık ve güçlü. İkisi de mevcudiyet, ikisi de elzem. Odaklanmak ve her şeyin değiştiğini kabul etmek. Sanırım tüm mesele bu.